GüncelMakaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | 100. Yılında Cumhuriyet’in Cinsiyet Politikaları-2

"Kemalizm, Cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda toplumsal cinsiyet-rollerini şekillendirip toplumu dizayn ederken, üretilen politikaları da “kadınları özgürleştirmek, kadın haklarını vermek” ikiyüzlülüğü ile maskelemiştir."

Cumhuriyet’in kuruluşu ve kadın mücadelesi

Tarihi çarpıtarak yeniden kurgulayan Kemalist resmi tarih tezlerinin aksine, Batılılaşma ve burjuva dönüşüm, M.Kemal önderliğinde değil Osmanlı’nın son döneminde zaten başlamış olan ve adına da “Aydınlanma Dönemi” denilen bir değişim ve dönüşümün uzantısıdır. Kadın hakları konusundaki ilerlemeler de aynı şekilde, tarihsel süreklilik içinde verilen mücadelenin ve 17 Ekim sosyalist devriminin etkilerinin sonucudur.

Ancak gerek Osmanlı sürecindeki, gerekse de Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kadın mücadelesi ve mücadeleci kadınlar, M.Kemal tarafından sürekli yok sayılmış, reddedilmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarına ilişkin, arşivlerin tozlu yaprakları biraz karıştıralım…

TBMM’nin kuruluşundan iki ay bile geçmeden, 15 Haziran 1923’te Nezihe Muhiddin önderliğinde gerçekleştirilen kadınlar şurası (danışma kurulu) toplantısından Kadınlar Halk Fırkası’nın (Kadınlar Halk Partisi) kuruluş kararı çıktı. Toplantının ertesi günü Fırka’nın kuruluş açıklaması ve 27 maddeden oluşan programı gazetede yayımlandı.

N.Muhiddin’in kuruluşuna önderlik ettiği Parti, henüz Cumhuriyet Halk Fırkası (Cumhuriyet Halk Partisi) bile kurulmadan, kuruluş çalışmalarını tamamlayıp dilekçesini vererek Cumhuriyet tarihinin ilk siyasal partisi olma niteliğini taşıyacaktı.

KHF’nin kuruluş dilekçesine Hükümetten beklenen cevap, sekiz ay sonra ret yanıtı ile geldi. 1909 tarihli seçim kanununa göre “kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle parti kuruluşu, valilik tarafından reddedildi.

Bunun üzerine KHF kurucuları “uygun bulunmayan” maddeleri değiştirerek Kadın Birliği’ni kurdu. Kadınlar Halk Fırkası, “Kadınlar Birliği” adlı derneğe dönüştü. Başkanlığını Nezihe Muhiddin üstlendi. Derneğin amacı “kadınlığı düşünsel ve sosyal alanlarda yükselterek modern ve olgun bir düzeye eriştirmek” olarak gösterilmişti. Programda bilinçli bir şekilde siyasete vurgu yapılmıyordu.

9 Eylül 1923’te TBMM, “Cumhuriyet Halk Fırkası”nı kurduğunda, (bir yıl sonra Halk Fırkası, Halk Partisi olarak değişecekti) “kadınlara siyasal ve vatandaşlık hakları vermenin henüz zamanı gelmediği” konusunda tüm Meclis, görüş birliği içerisindeydi. Ne CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) ne de “muhalifi” Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında kadın haklarına ilişkin tek bir cümle bile yoktu.

1924’te N.Muhiddin, kadınların siyasal taleplerinin duyurulması amacıyla “Kadın Yolu” dergisini kurdu. Günün koşulları içinde dergi ancak 18 sayı çıkartılabildi.

1925’te Kadınlar Birliği tarafından Nezihe Muhiddin ve Halide Edip, “seçimler sırasında kadınların oy hakkını gündeme getirerek kamuoyunu ve BMM’yi etkilemek” amacıyla milletvekilliği için aday gösterildi. Fakat adaylıkları CHF tarafından reddedildi.

Kadınlar Birliği (KB), dünya kadın hareketiyle ilişkiliydi ve diğer ülkelerdeki kadınların durumunu/etkinliklerini Kadın Yolu’nda yayınlıyordu. Milletler Cemiyeti ile bağlantı kurmak ve “dünya barışına” katkıda bulunmak gibi çalışmalar ve bu çalışmaların Türkiye’deki kadınlara aktarılması Kemalist rejimi rahatsız ediyordu.

Ancak tıpkı Osmanlı gibi Kemalist rejim de, kadınların taleplerini geciktirerek de olsa dikkate almak zorunda kalacaktı. Nitekim 1926 Şubat’ında kabul edilen Medeni Kanun’la, çok eşlilik, talâk ve ulaşım araçlarındaki kadınlara ait özel bölmeler kaldırıldı ve kadınlara da boşanma hakkı tanındı. Nedir ki aynı Medeni Kanun, evin reisinin “koca” olduğunu ilan edip, kadının evlendiği erkeğin soyadını taşımasını zorunlu kılarken, kadının çalışmasını kocasının iznine bağlı kılarak, erkek egemenliğini yasallaştırdı. Kadınların çalışmasının kocasının iznine bağlı olmasına ilişkin yasa maddesi ancak 1992’de resmi olarak iptal edilebildi.

Siyasi hak talebi mücadelesi tekrar gündemde

KB, 1926’da kadınların belediye başkanı olabilmesi mücadelesi yürüttü.

25 Mart 1927’de düzenlenen KB kongresinde, N.Muhiddin ve arkadaşları, tüzüğün 2. Maddesi için, “kadınların siyasal haklarını kazanması” yolundaki değişiklik önerisini sundular. Kapatılan Kadınlar Halk Fırkası’nın programının 2. maddesindeki “siyasi hakların alınması” talebinin tekrar gündeme getirilmesi, M.Kemal önderliğindeki iktidarı rahatsız etti.

N.Muhiddin’in oybirliği ile başkan seçildiği bu kongre sonrası, KB içinde bir muhalefet başlamıştı. Kongrenin ertesi günü KB üyelerinden birkaçı basına, CHF’ye, Valiliğe ve Emniyet’e mektup yazarak “seçimlerde usulsüzlük, hesaplarda yolsuzluk yapıldığı” için KB Kongresinin yasadışı ilan edilerek feshedilmesi gerektiğini açıkladı. Ancak Nezihe Muhiddin hemen bir basın toplantısı düzenleyerek bütün iddiaları reddetti. Yeni program valilikçe onaylandı, yolsuzluk iddiaları da asılsız çıktı.

1927 yılı boyunca kadınlar için “seçme ve seçilme hakkı” ve “eşit işe eşit ücret” kampanyası yürütüldü. KB, kadınlar içinde oldukça etkili olduğu bir süreci yaşamaktaydı. Anadolu’nun birçok kentinde şubeler kuruluyor, derneğe daha fazla kadın yöneliyordu. Bu durum M.Kemal hükümetini rahatsız etmekteydi, çünkü bu kadınlar M.Kemal’in yaratmak istediği kadın modeline ve kadınlar üzerinden dizayn etmek istediği toplumsal şekillenişe ters düşüyordu. Bu nedenle “kesin bir tasfiye” yapmanın zamanı gelmişti. Hükümet, Kadınlar Birliği’ne karşı operasyonu başlattı.

10 Eylül 1927’de Emniyet Müdürlüğü, KB’de yaptığı arama sonrası “Muhiddin’in kasadan 500 lira alıp kendisi için harcadığı, Birlik binasını ikametgâh olarak kullandığı” ileri sürüldü.

Basının taraflı tutumu, yönetimden etkili bir ismin istifası, KB’nin basılıp mühürlenmesi, evraklarına el konulması hepsi peşi sıra geliştirildi… Gelişmeler karşısında N.Muhiddin, KB üyelerini olağanüstü kongreye çağırmak istediyse de, gerekli evraklar kendisine verilmediği için kongre çağrısı yapamadı. Hükümet yanlısı üye kadınlar, “İdare heyetinin, sorumlu bir kuruldan oluşamayacağı” iddiasıyla “velayet hakkı”nı kullanarak kongre çağrısı yaptılar.

26 Eylül 1927’de gerçekleştirilen bu usulsüz Kongre’ye, Muhiddin ve arkadaşlarının katılmasına izin verilmedi. Olağanüstü kongre olarak adlandırılan bu toplantıya, valiliğin hemen izin vermesi, hükümetin muhalif grubu desteklediğinin göstergesiydi. Birliğin yeni başkanı hükümet yanlısı olan Saime Hanım seçildi ve Nezihe Muhiddin birlikten ihraç edildi.

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Yunus Nadi, Kongre sonrası yazdığı yazının başlığını, “Çok şükür kurtulduk!” diye atmıştı ve “Kadın Birliği tamamen kaldırılmalı” diyordu. Yazı gerek iktidarın gerekse de erkeklerin KB’ye karşı cinsiyetçi, nefret dolu tutumunu sergiliyordu.

Bu kongrede başkan seçilen Saime Hanım, hükümetle hiçbir zaman çelişkiye düşmemiş ve 1946’da İzmir milletvekili seçilmiştir. Bu Kongreden sonra KB, M.Kemal’in politikaları doğrultusunda siyasetten uzak durmuş ve bir yardımlaşma derneği olarak çalışmalarını sürdürmüştür. Bu süreçten sonra KB’nin toplum içindeki etkinliği giderek azaldı.

TBMM; 1930’da Belediye, 5 Aralık 1934’te Parlamento için kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdı.

N.Muhiddin 1935 seçimlerinde İstanbul’dan bağımsız milletvekili adayı oldu ama seçilemedi. TBMM’ye 1935 seçimlerinde ilk seçilen 18 kadın milletvekili arasında Nakiye Elgün gibi devletle aynı çizgide olan kadınlar yer alabilmişti ancak. Yani Meclisteki değişiklik sadece bir vitrin değişikliğinden ibaretti.

1935’te, “Kadınların hakları verildiği için artık KB’ye gerek kalmamıştır!” diyen CHP’nin isteğiyle, Kadınlar Birliği kendini feshetti.

1949’da KB, “Türk Kadınlar Birliği” adıyla tekrar CHP eliyle kuruldu ve askeri darbe dönemleri hariç günümüze değin etkinliklerini sürdürdü. N.Muhiddin ve arkadaşlarının tarihten silinişi ise hiçbir yazılı kaynakta adlarının anılmadığı Kemalist tarih yazımı ile sağlandı.

“Zamanı gelince”, “yeterli olgunluğa ulaşınca”, Kemalizm kadınlara “bütün haklarını vermişti”. Böylece büyük bir yüzsüzlük ve inkârcılıkla kadın hakları kazanımları, Kemalizm’in hanesine yazıldı ve kadın mücadelesi, gerçekleri açığa çıkartıncaya kadar da böyle bilindi.

M.Kemal Cumhuriyeti’nde Kürt ve azınlık ulusa mensup kadınların durumu ve mücadelesi

Tüm bunların yanısıra bürokrat kesim ve orta sınıf kadınlarının bir bölümünün dışındaki ve kırsal alandaki kadınlar, dinin ve feodalizmin etkisi altında, erkek egemen bir toplumda kazanılan haklardan habersizdiler. Kürt ve azınlık milliyetlere mensup kadınlar da bu kesimin içinde yer alıyorlardı. Onların kadın ve Kürt veya azınlık olmaları, üzerlerindeki baskıyı ikiye katlıyordu.

Çünkü; Türkiye Cumhuriyeti projesi, Kürt kimliğinin ve azınlıkların dışarıda bırakıldığı ve Batılı değerler yaşam tarzının benimsendiği bir modernleşme projesi idi.

Aynı zamanda Cumhuriyet, tek ulus (Türklüğü) esası üzerine kurulmuştu, Kürt ulusu ve diğer azınlıklar yok sayılmaktaydı (bugün hala bu durum değişmemiştir). M.Kemal, Yeni Türkiye inşası politikalarını da bu esasa uygun gerçekleştirmiştir.

Dolayısıyla Cumhuriyetin sözde kalkınma politikaları, Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere uzun yıllar hiç götürülmedi. Kürt halkı yoksul ve zor koşullarda yaşamaya mahkum edildi.

Muhafazakâr, feodal bir yapıya sahip ataerkil topluma yönelik bu politikalar en fazla Kürt kadınlarını etkilemiş, çifte baskının en yoğunu ile karşı karşıya bırakmıştır.

Diğer yandan Osmanlı’nın yıkılıp, yeni Türk Devleti’nin kurulduğu yıllar, aynı zamanda Avrupa’da faşizmin yükseldiği yıllardı. Özellikle 1922 itibariyle Avrupa’da İspanya, Almanya ve İtalya gibi ülkelerde yükselişe geçen faşist ideolojiden beslenen-öğrenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları o yılların sloganı olan “Tek millet, tek devlet, tek parti ve tek lider” (Ein Folk, Ein Raich, Ein Partei, Ein Führer) söyleminden oldukça etkilenmiştir.

Bu faşist ideoloji, Kürt ulusu ve azınlık halklar üzerinde acımasızca uygulandı.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında gerçekleşen Kürt isyanları kanla bastırıldı binlerce Kürt katledildi. Bir kez daha Cumhuriyetin eşitlik, kardeşlik vaatlerinin nasıl bir balon olduğunu Kürt ulusu ve azınlıklara yönelik katliamlarda tanık olundu.

1938’de Dersim’de gerçekleştirilen katliamda binlerce Kürt-Alevi çocuk, yaşlı, kadın demeden katledildi. Kadınlara yapılan işkence ve tecavüzler sağ kurtulan kadınlar üzerinde yıllarca süren travmalara yol açtı. Annelerinden zorla kopartılan binlerce kız çocuğu savaş ganimeti olarak, Türkleştirilmeleri için Türk subaylarına verildi.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan beri Türkiye Kürdistanı’na uyguladığı inkârcı, baskıcı, katliamcı politikalar, Kürt kadınının yükselen kimlik mücadelesinde ve kadınların siyasallaşmasında önemli bir faktör olmuştur.

Özetlersek

M.Kemal, Osmanlı’nın aydınlanma sürecinin pratiklerinden süzülüp gelen kadın akımını ve mücadelesini reddetmiş, onları yaratmak istediği kadın ve toplum modeli için tehlike olarak görmüştür.

M.Kemal, modern Türk kadınını “özgürleşmiş anne” kimliğiyle konumlandırırken, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük Batı şehirlerde, Latin alfabesi ya da Batılı giyim tarzı gibi Kemalist reformları kabul eden kadınlar, cumhuriyetin modern yüzü olarak ön plana çıkardı.

1934 itibariyle kadınların siyasi yaşama katılımları da seçme ve seçilme hakkıyla sağlanmış, modern toplumdaki rol modeli konumlar daha da güçlendirilmiştir.

Ulus devlet olarak, Cumhuriyet’in inşasında, devlet “erkek”, ulus ise “kadın” olarak cinsiyetlendirilmiştir.

Özcesi Kemalizm, Cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda toplumsal cinsiyet-rollerini şekillendirip toplumu dizayn ederken, üretilen politikaları da “kadınları özgürleştirmek, kadın haklarını vermek” ikiyüzlülüğü ile maskelemiştir.

Sonuç olarak;

Cumhuriyet’in kadınlara “getirdiği haklar”, iktidarın ve egemen sınıfların değişen ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilse de, kadın mücadelesinin kazanımlarıdır. Bu mücadelelerin devrimci ve sosyalist bir yönü olmasa da, “cumhuriyet kadını”nın elde ettiği hakların, altın tepside sunulmadığının göstergesidir.

Kemalist cumhuriyet, kadın sorununun “çözümünü” esas olarak eğitim düzeyinin yükselmesine ve “modernleşme” adı altında batılılaşmaya indirgemiştir. Böylelikle, bir yandan kadın sorununun sınıfsal yönü karartılırken, öte yandan kapitalist sistemin erkek egemen doğası gözlerden gizlenmiştir.

Oysa kadın sorunu erkek egemen, sınıflı-sömürü toplumlarının ürünü olup, sınıfsal bir sorundur.

Tam da bu nedenle, o ancak sömürünün ortadan kaldırıldığı ve işçi emekçi kitlelerin iktidarı kendi ellerine aldıkları, proleter devrimlerle çözüm rotasına girebilir.

Binlerce yıllık erkek egemenliğinin ve onun yarattığı geleneklerin, düşünce tarzının, davranış biçimlerinin, kültürün kökten yıkılmasını, ancak proleter devrim ve onu takip eden kültür devrimleri sağlayabilir.

Nedir ki bu gerçeklik, Osmanlı’nın son süreçlerinden bugüne kadar, Türkiye ve T.Kürdistanı’nda kadınların büyük bedeller karşılığında verdikleri demokratik hak mücadelesini yadsımamızı getirmez. Aksine bu mücadele olmaksızın, nihai hedefe ulaşacak yol giderek uzayacaktır. (Bitti)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu