Makaleler

Politikayı müzikle sunmak: Hrant’a Requem*

Cengiz Alğan kısa süre önce çok güzel bir benzetmede bulunmuştu: “Hrant Dink cinayeti Marquez’in Kırmızı Pazartesi’deki ‘kasabanın sırrı’ gibiydi. Hrant’ın kendisi dâhil herkes cinayete giden süreci gördü ama devlet hiçbir önlem almadı. Gözümüzün önünde gitti Ahparig.”** Gerçek fail(ler)in uluorta yerde olduğu bu cinayete ilişkin 6 yıllık çabanın bir dökümünü yapsaydım, Alğan’ın benzetmesinin anlam dünyamda yaratmış olduğu etkiyi yaratamazdı.

İnsan, yaşadığı dünyayı daha anlaşılır bir hale getirmek için simgeler kullanmaktan yani bir şeyi anlatmak için başka bir şey kullanmaktan vazgeçmiyor. Bir kez simgelerle konuşmaya başladığınızda, deneyimi çağırdığınız bir kültür dünyası yardımınıza koşuyor.

19 Ocak 2007’den bu yana geçirdiğimiz altı yıl içerisinde, ne (özel) mülkün temeli adalet(leri) acımıza merhem olabildi ne de hiç olmayan adaleti getirmeye and içen yüzbinlerin giderek azalan ayak sesleri. Bu davada adalet, “ayak takımının” genç militanlarının gelecekteki o kahredici gücüne(mi) kaldı(?)…

Ama tüm bu “sessiz tragedyada” farklı renklerde sesler çıkaranlar, kimilerinin sırat köprüsüne havale ettiği bu cinayeti, rutin, takvimsel ölüm yıldönümü döngüsünden kurtararak bize hatırlatanlar da var. Sanatçılar ve onların yaratıları… Sanat bir kez daha, eleştirel ve radikal politikanın yardımına, masklardan yaptığı zırhı kuşanıp “estetik” kılıcını eline alarak koştuğunda, katliamı aklama teşebbüslerine, faşizmi yumuşatma emellerine, hayatı gerçeklerden soyutlayarak yaşama önermelerine müzikli metinler yani şarkılar yoluyla çomak sokmaya başlar.

Popüler müziğin farklı yelpazelerinden müzisyenler Hrant’ı kendilerince anlattılar, katilleri yerdiler, barış ve kardeşlikten bahsettiler. Neticede birçok tarihsel şahsiyetin dahi mazhar olamadığı bir müzik külliyatı ortaya çıktı. Hrant Dink’in simgesel kişiliğine tutunarak yapılan bu çalışmaların ortak noktası, kendilerini hakim sisteme karşı muhalif olarak konumlandırmış kişilere ortak bir aidiyet kazandırmasıdır.

Böyle bir siyasal cinayeti gerektirecek o kadar çok ötekilik vardır ki Hrant’ta, her biri başlı başına birer siyaset ve kimlik kategorisidir: Öncelikle bir Ermenidir, muhalif bir gazeteci ve aydındır, “solcu”dur, enternasyonalist özellikler gösterir. Hrant, farklı muhalif kültürel çevrelerden gelen bu kişilerin “farklıyız, Hrant da farklıydı, hatta görüşlerinin birçoğuna katılmıyorum ya da katılıyorum ama o ortak vicdanımız artık” demelerini gerektirecek bir ötekilik vakasıdır.

Tüm bu etkinlikler içerisinde müzik, tam da bu söylemi üreten ve ortak aidiyetin gelişmesine simgesel unsurlar kazandıran bir karaktere büründüğünden kültürel bir tutunuma dönüşür.  

Hrant’a adanmış şarkıları toparlayıp bir albüm denemesi yapsak oldukça farklı bir albümle karşılaşırız. Sezen Aksu’nun “Güvercin”inden, Metin Kemal Kahraman’ın “Göçmeyen Kuşlara”, Manga’nın “Ben Bir Palyaçoyum”dan Grup Munzur’un “Namag”ına, Şebnem Ferah’ın “Uçurtma”sından, Vardiya’nın “Kül”üne, BandoSol’un “En uzun Gecesi” ve Selda Bağcan’ın “Güvercinleri’de Vururlar” şarkılarına kadar uzun bir repertuar sıralanabilir.

Her biri kendi perspektiflerinden üretilmiş bu yapıtların her birinin kendi dinleyicilerinin olduğunu hem de bu dinleyici kitlesinin teknoloji ve medya üzerinden sürekli farklı kişiler tarafından dinlenerek farklılaştığını düşünürsek müziğin “gücü” daha iyi anlaşılır.

Politika inandığımız bir şeyi anlatmaya yönelik bir çabaysa müzik tüm bu örneklerde farklı politik fikirlerin bir temsiline dönüşür.

Şarkılardaki sözel yapılarda hümanizmin değişik değer algılarından yansımasını görürsünüz. Birçok simge vardır şarkılarda. Kimileri sözel olarak dillendirilir. Sözler’de güvercin, kaldırım, uçurtma, kalem gibi nesneler ölmek, özlem, gitmek gibi temalar öne çıkar.

Ama özellikle çalgılar ve ses üreten farklı nesneler üzerinden birkaç örnek etkileyicidir.

hrant dink 4Örneğin tüm bu üretimlerde sola yakın duran ya da sosyalist kimliği benimsemiş müzisyenler Hrant’taki Ermeni etniliğini vurgularcasına duduk kullanımını öne çıkarırlar. Metin Kemal Kahraman, Grup Munzur, Vardiya ilk sayılabilecekler. Bir kimlik işaretleyicisi olarak duduk simgesel olarak Ermeni toplumuyla özdeşleştirilir.

Tıpkı bakır üfleme çalgıların balkan müzikleri, tulumun Hemşin ve Karadeniz, bağlamanın Anadolu halklarıyla düşünülmesi gibi. Müzik üzerinden bir yerli olmanın en önemli karakteristiklerinden biri müziksel tınıdır.

Bu çerçevede bir dinleyici için duduk sesi üzerinden Ermenilikle kurulan bağ hem kolektif bir cemaate üye olma fikri vermekte hem de bu cemaate üye olmayanlara kardeşlik, barış gibi enternasyonal duygulanmalar yaşatabilmektedir. Önceden kaydedilmiş ürünlerde olsa bu şarkılar o an müzik dinlenilen ortamı performansın dinlendiği yer (cd, mp3 üzerinden bir otobüs yolculu, ev ya da cafe ortamı vs) olmaktan çıkarıp, o an seslerin yarattığı anlama bağlı bir ortama dönüştürerek bir kültürel kimlik üretimine aracılık eder.

Redd, Manga, Şebnem Ferah gibi rock oryantasyonlu müzisyenlerin davranışlarında farklı bir eğilimin müzik dışı unsurlarla şarkıya dahil edildikleri görülür. Manga “Ben Bir Palyaçoyum” şarkısında Hrant’a ilişkin tınısal bir kodlamaya gitmezken Redd ve Şebnem Ferah ise belli kodlar kullanır. Bu kodlar şarkı sözleri ve bu sözlerin üzerine oturduğu ezginin dışında şarkı başlangıcında kullandıkları müzik dışı unsurlardır.

Redd daktilo sesini kullanarak Hrant’taki gazeteci ve aydın kimliğiyle bir ilişkilenme sergiler. Şebnem Ferah ise “Güvercin”de kitap sayfalarının çıkardığı sesi şarkının girişinde duyurur.

Her iki şarkıda tarihsel bir etnik topluma gönderme yapmadan daha evrensel unsurlarla insanlığın ortak değerlerini ön plana çıkarır. Söz konusu şarkıcıların sözlü demeçlerinde benzer bir söylemi geliştirmeleri tesadüfü değildir.

Müziğin, insanın kültür tarihi kadar eski ve bu karmaşık sürecin bir ürünü olduğu söylemi çok yaygındır. Maddeci bir kültür teorisi müziğin kökenine ilişkin söylemini, eldeki bilimsel verilere sabitlemek ve bu sabitlikler üzerinden saptamalar yapmak durumundadır. Müziğin önemli bir örgütlenme aracı olduğu sık sık vurgulanır. Müziğin bir gücünden bahsedecek olursak onun toplumsal doğasına odaklanmamız gerekir.

Çok basit bir şekilde bu toplumsallık, müziği dinlemek, eşlik etmek ya da ona farklı tepkiler vermek şeklinde açıklanabilir. Daha genel bir ifadeyle insanlar toplumsal doyumlarını kültürel davranışlarla yerine getirirler. Çoğu zaman müzik bu davranışlara eklemlenir ya da bu davranışların merkezinde yer alır. Aslında müzik de tıpkı dil gibi belli temsilleri olan bir araçtır. Gücü kendinde içerili değildir, ruhani bir özelliği yoktur. Müzik gücünü yaşam tarzımızdan yani kültürümüzden, algılarımızdan, duyarlılıklarımızdan alır; kültürel olarak belirlenmiş ses kalıplarıyla yaptığımız bir davranıştır ve ne işe yaradığı onunla etkileşime geçen kişi ya da grupların verdikleri tepkilerle anlaşılır.

Dersimli yaşlı bir kadının, mücadelede kaybettiği oğlunun acısını hatırladıkça okuduğu ağıtları hatırlıyorum. Çoğu zaman ezgi değişmezdi, sözler o andaki ruh halini yansıtır, devlete beddualar eder, oğlunun yardımsever biri olduğunu, herkesin kurtuluşunu hedeflediğini dile getirir ve ölümünü kendisine yaşattığı için Haq’a** eleştirilerde bulunurdu.

Yaşlı kadın farklı nedenlerle yaşadığı bu davranışla belleğini tazelemekte, kaybettiği oğlunun anısını anımsamakta, devlete olan kinini bilemekte ve bir ana olarak oğul kaybetmenin acısını tanrıyı eleştirerek hafifletmeye çalışmaktaydı. Bireysel yapılan bu müzik olayı ile çok karmaşık müzik komplekslerinin ortaya çıkardığı işlevler temelde birbirinden farklı değildir.

Tıpkı o yaşlı kadının yanında bulunan genç bir devrimcinin ağıt üzerine benzer duyulanmalar yaşaması gibi. Fark, ağıdın yaşlı anada ve gençte farklı deneyimleri harekete geçirmesidir. Bir anda müzik anlattıklarıyla hayali bir mekanın yaratımına kaynaklık eder.

Müziğin ortaya çıkardığı ortak duyulanmalardan biri, kimliğin simgesel anlam üretmesini sağlayacak bir deneyimi, tekrar “göreve” çağırmasıdır.

(Bir ÖG okuru)

*Requem, Batı Sanat Müziği’nde ölüm duası için yazılmış yapıtlara denir.

**“Hrant Türkiye’ye Ne Anlatıyordu?” (“Ahparig” terimi Ermenice kardeşim anlamına gelmektedir)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1115653&CategoryID=77

***Haq: Kızılbaş alevilerde Allah ya da Tanrı’ya verilen ad.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu