GüncelMakaleler

ANALİZ | Koronavirüs, Yıkıcı Etkileri, Alternatif Sağlık ve Örgütlülük

"Yakın geleceğe hazırlanmalıyız. Hayatın “normal” bir sürece evrildiği dönemde neler yapacağımızı iyi planlamalıyız. Planladığımız ve yapacaklarımızı halk kitlelerine taşımalıyız"

Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan (Wuhan Çin Devrimi’nde ve Japon işgaline karşı direnişte önemli şehirlerden biriydi) ortaya çıkan Koronovirüs, dört ay içinde tüm dünyayı etkisi altına alarak en az 30 bin insanın ölümüne yol açtı.

1 milyon insanın yakalandığı hastalığın en az birkaç ay daha süreceği ve yüz binlerce insanın hayatını kaybedeceği tahmin edilmektedir.

Virüsün yayılmasıyla birlikte en ileri teknolojik sistemlere ve sağlık sitemine sahip olduğuyla övünen emperyalist ülkelerin hiç de övündükleri gibi bir sağlık sistemine sahip olmadıkları görüldü.

Sınırlı hasta kapasitesine sahip oldukları gibi yeteri kadar solunum cihazı ve maskeye dahi sahip olmadıkları ortaya çıktı. Emperyalizme bağımlı yarı sömürge, yarı sömürge-yarı feodal ülkelerde ise durum zaten vahim ve ne olacağı neredeyse şimdiden belli, yüz binlerce ölüm ve yıkılmış bir ekonomi. Emperyalist sistem toplumsal sağlığı bir ticari alan gördüğü için halk sağlığını düşünmesi de zaten beklenemez.

Bu kısa belirlemeden sonra bütün insanlığın ortak sorunu haline gelen bu salgınla şu tezler üzerinden ilerleyebiliriz.

Birincisi: İnsanlığı bekleyen büyük tehlikelerin bundan sonra da başka hastalıklarla süreceği bir dünyada yaşıyoruz. Hiç kimse Koronovirüs salgını bittikten sonra başka hastalıkların artık gelmeyeceğini sanmamalıdır.

İkincisi: Son 20 yılda birçok çevrecinin, doğa bilimcilerinin dile getirdiği gibi ekolojik mücadelenin önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Emperyalist tekeller kâr hırsıyla dünyamızı büyük bir felakete sürüklüyorlar. Ekolojik mücadele artık sınıf mücadelesinin önemli bir parçası olmuştur. Yaşanacak bir dünya yoksa ideolojilerin de bir anlamı kalmayacaktır.

Üçüncüsü: Bu virüsle birlikte toplumsal sağlık sorunlarının kapitalist-emperyalist sistem içinde çözülmesinin mümkün olmadığı bir kez daha görülmüştür. Kapitalist tekeller, insan sağlığını kârları ve fabrikalarının çalışmasıyla eş anlamlı düşündükleri için, çalışabilir nüfus dışında kalan emekli, yaşlı, hasta olanlar bir yük olarak görmektedirler.

Dördüncüsü: Kurulduğundan bu yana tüm dünyaya “tek alternatif” olarak övülen AB’nin ne kadar kof olduğu ortaya çıktı. Hiçbir alternatif sunamayan AB, kendi içine kapanmış, ulusal çıkarlarını diğer topluluk üyesi ülkelerin üstünde tutmuş, sınırları kapatmış, İtalya-İspanya gibi ülkelerin hastalıkla baş edemediği görüldüğü halde hiçbir yardım yapılmamıştır. Avrupa Birliği’nin halkların bir birliği olmadığı, tekellerin birliği olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

 

Tarihsel Deneyimler Yol Gösteriyor

Beşincisi: İçinden geçtiğimiz şu günlerde sosyalizmin hala bir ihtiyaç olduğu bir kez daha net ve tartışmasız olarak kendisini hissettirmiştir. Toplumsal sağlık sorununun temelden çözümü ancak sosyalizmde mümkündür. Yaşanmış sosyalizm deneylerinden biri Sovyetler Birliği’dir. Ekim Devrimi’yle birlikte sağlık sorunu yeniden düzenlendi.

Sovyetlerin sağlıktaki temel hedefi “önleyici ve iyileştirici” sağlık hizmetlerinin ücretsiz olması idi. Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık Bakanı Dr. Nikolay Aleksandroviç Semaşko’nun ilk demeçlerinden biri “nitelikli sağlık hizmetinin halka götürüleceği” olmuştu. Semaşko “özel hastanelerin kaldırıldığını” açıklamıştı. Sovyetler’de devrim öncesi merkezi sağlık sistemi yoktu. Ekim Devrimi sonrası “Sağlık Departmanları Konseyi” kurulmuş ve 1918 yılında da “Sovyetler Birliği Sağlık Bakanlığı” kurulmuştur. Ekim Devrimi sonrası sağlık alanında atılan en büyük adımlardan biri olarak 18 Mayıs 1918 tarihinde “Savaş ve Donanma İşleri Halk Komiserliği Kararnamesi ile Veteriner Yönetim Departmanı” kuruldu. Kızıl Ordu, kendi içinde çok büyük adımlar attı.

Binlerce doktor yetiştirdi. (Bu gelenek bugün artık sosyalizmle ilgisi kalmamış Rus ordusu içinde hala devam ettirilmektedir. Nitekim İtalya’ya gelen yardım ekipleri içinde 50 Rus ordusu doktoru da bulunuyordu.) Ekim Devrimi sonrası Rusya’yı kasıp kavuran şarbon hastalığı çok kısa sürede kurutulmuş ve her yıl bu hastalıktan ölen binlerce hayvan ve köylü bu sayede hastalıktan kurtulmuştur.

İkinci örneğimiz Çin’dir. Çin devrim öncesi geri ve yoksul bir ülkeydi. Geleneksel tıp dışında sağlık alanında büyük sorunlar yaşıyordu.

Çin Demokratik Halk Devrimi sonrası en büyük adımlardan biri de sağlık alanında atıldı. Devrim sonrası temel ilke halini alan “öncelik halka verilecek” sloganı ile işe başlandı. 1950 yılında toplanan “Ulusal Sağlık Komitesi” şu ilkeleri benimsedi: “1) İşçi, köylü ve askerlere yapılacak hizmetlere öncelik verilecek. 2) Batı hekimliği ile Çin halk hekimliği birleştirilmelidir. 3) Halk sağlığı halkla birlikte sağlık alanında birleştirilmelidir.”

Bu kampanyaya “Vatan İçin Sağlık Hareketi” adı verilerek halk kitleleri bu alanda bilinçlendirildi. Bu kampanyanın ilki 1952 yılında başlatıldı. Kampanyanın hedefi şehirlerde ve köylerde içme sularına dışkı karışmasını önleme, karasineklerin, fare ve tahta kurularının yok edilmesi idi. Bununla büyük bir başarı elde edilerek halk bu sorundan kurtarıldı. Bu kampanyanın bir diğer devamı ise “Dağlık ve Kırsal Alanlara Git” kampanyası olmuştur. Bu kampanyanın amacı da köylüleri sağlık alanında bilinçlendirmek ve yardım götürmekti.

Çin’de sağlık alanındaki en büyük atılımlardan biri de “Kadınların Kurtarılması” hareketidir. Bununla doğum kontrolünde önemli adım atılmıştır.

1957-1959 yıllarında “Büyük İleri Atılım” döneminde sağlık sorunlarının yerel düzeyde çözülmesi politikası benimsendi. Bu dönemde “çıplak ayaklı doktorlar” adı verilen yeni hekimler yetiştirildi.

Doktorların halk sağlık örgütlerine alınması ve hekimlerin çoğaltılması bu döneme rastlar. 1965 yılında tıp fakültelerinde okuyanlar iki yıllığına kırsal alana gönderildi. Amaç, sağlık sorunlarının yerinde görülmesini sağlamaktı. Bu kampanyayla hedeflenen ise halkın sağlık alanındaki gereksinimlerini karşılamaktı. Nitekim, köylü, işçi ve ev kadınlarından seçilen kişiler hekimlik yapmak üzere yetiştirildi.

“Çıplak ayaklı doktorlar” denilen bu kişiler, kendilerini işçi ya da köylü sayıyorlardı. Bu insanlar sağlık hizmeti verecekleri zaman işlerini bırakıp sağlık hizmeti veriyor, tarlada ya da fabrikada hangi ücreti alıyorlarsa kendilerine aynı ödeme yapılıyordu. Bu doktorlar 12 dalda 30 hastalığı tedavi edecek şekilde yetiştiriliyorlardı. Çin’de sağlık örgütlenmesi kırsal alanda komün, şehirlerde ise mahaller idi.

 

Ne Olacak ve Ne Yapılmalı?

 

Altıncısı: Koronovirüsle birlikte ekonomik bir krizin ve yıkımın ortaya çıkacağı söylenerek fatura işçi ve emekçilere kesilecektir. Bunu fırsata çevirecek olan hükümetler, birçok kısıtlamaya gidecek, işçilerin toplu olarak işten atılmaları gündeme gelecektir. Ardarda yapılacak hak gaspları ile emekçiler daha da yoksullaşacaklardır. Milyarlarca dolar ve euronun devlet kasalarından alınıp bu birkaç aylık üretim aralığını kapatacak düzeyde olmasına rağmen, devletler bunun tersini ileri sürerek büyük kesintilere gideceklerdir.

Bir yıllık silah alımına son verilmesi durumunda bile bir krizden söz edilemeyeceği açıkken, tekelci sermeye bunu fırsata çevirecektir. Avrupa’da birçok sendika daha ilk aylarda patronlarla “0” sözleşmelere imza atmış bulunuyorlar. Büyük tekeller “zarar ettikleri” gerekçesiyle daha şimdiden milyonlarca dolar ya da euro istiyorlar. IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlar daha şimdiden ekonomilerin “resesyona” girdiğini, açığın kapatılması için ilk dört ay için 2,5 trilyon bir zarar ortaya çıktığını söyleyip gelecekteki kısıtlamalar ve hak gaspları için şimdiden kamuoyunu hazırlıyorlar.

Yedincisi: Bu süreçte biz ne yaptık? Sadece evde kalıp salgının kontrol altına alınmasını mı bekliyoruz? Yoksa bu süreçte de hayatımızı örgütleyerek, sorumluluklarımızı daha tam olarak yerine getirmek için okuyup, araştırıp eksiklerimizi tamamlayarak sonrasına mı hazırlanıyoruz? Keza ihtiyacı olan insanlara nasıl yardım edebiliriz, çevremize nasıl ulaşabileceğimizi düşünerek mi hareket ettik/ediyoruz?

Aslında devrimcilik tam da böylesi günlerde kendini gösterir. Bir devrimci koşullara teslim olmamalıdır. Her zor dönemde bir çıkış yolu mutlaka vardır. Örgütlü olmanın önemi tam da burada ortaya çıkıyor. Yoldaşlar arası nasıl bir dayanışma yarattık? İhtiyaçlarını sorduk mu? Herkes bu soruları kendisine sormalıdır.

Sekizincisi: Yakın geleceğe hazırlanmalıyız. Hayatın “normal” bir sürece evrildiği dönemde neler yapacağımızı iyi planlamalıyız. Planladığımız ve yapacaklarımızı halk kitlelerine taşımalıyız. Sıraladığımız her başlık gündemimiz olmalıdır. Halka gerçek kurtuluşu anlatmak önemlidir. Yıkım olarak önümüze konacak olanları kabul etmemek, hiçbir hak gaspının kabul edilmeyeceği direniş biçimleri yaratmak için hazırlık içinde olmayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu