Makaleler

Referandum üzerine: “Koyu Karanlığa Barikat”

Referandum için sandığın Nisan’da kurulacağı netleşmiş durumdadır. Görünen o ki, bir zamandır önemli bir gündem maddesi olarak önümüzde duran referandum, artık daha fazla gündemimizi kaplayacak bir konu başlığı, mücadelenin keskinleşeceği bir eylem alanı olacaktır.

Referandum tartışmalarına başlarken esaslı gözükmemesine karşın önemli bir nokta olarak öncelikle CHP’ye dikkat çekmek gerekir. Bu kapsamda “muhalefet postuna bürünen” CHP’nin, el altından siyasi iktidarla görüşüp mecliste yaptığı “radikal çıkış” incelenmeli. Buradan doğru bakıldığında CHP’nin “Hayır”ı tartışmalıdır. İsteseydi muhalefetinin parantezine kitlesini, tabanını alıp; sokakları zorlayabilirdi. Daha önce birçok yerde yaptığı mitinglere ciddi bir katılım olmuştu. “Nedense” sonra bundan vazgeçti ve mecliste; pet-şişe; saksı muhalefetine yöneldi. Böylece, CHP; kendi kitlesinin gazını almış; biriken enerjiyi de soğurmuş oldu. Oysa işin özünde, sözü edilen değişiklik bahsinde bir mutabakat vardır:

AKP-MHP-CHP mutabakatı! MHP, bunu açıktan yapıyor, CHP ise, muhalefet yaparmış gibi görünerek “Başkanlığa hayır” derken bugünkü rejimi; laik, demokratik, hukuk devleti gösterme çabasına girişiyor. Yani siyasal iktidar “ölüm”se, CHP de halka “sıtma”yı gösteriyor. Kemalizm’i ilericilik adı altında zihinlere şırınga ediyor. İşin püf noktası burası! Egemen kliklerin mutabakatı da burada başlıyor. Bugün; rejimin restorasyonu; re-organizasyonu konusunda bir uzlaşı mevcut. Egemenler, bugünkü aygıtın yeterli olmayacağını hesaplıyor. Yani, başkanlık tartışmaları, hangi ihtiyacın ürünü, ona bakmak lazım! Ondan önce de bu değişiklikle ne yapılmak isteniyor. Bu değişiklik ne anlama geliyor?

Mevcut aygıtın; bir bütün elden geçirilmesi; yeni ihtiyaçlara göre yeniden kurgulanması söz konusu olası tehditlere; ileride yaşanması muhtemel gelişmelere karşı bir ön alma, mevzileri tahkim etme; savaş arabasını; yönetim kademesi, bir bütün olarak hareket prensiplerini düzenlemeden bahsedilmeli. Büyük bir savaşa girecek bir ordunun; safları yeniden düzenlemesi, olası risklere hazırlıklı hale getirilmesi, en önemlisi de buna uygun bir yönetim, ilerleyiş kazandırması olarak da görülebilir. Bu anlamda: 12 Eylül’e yapılan atıflar; isabetli ve yerindedir. 12 Eylül darbesi; devlet aygıtını; ilerleyişinin yeniden örgütlenmesi, yeniden yapılandırılmasıydı. Buna doğrudan bağlı bir şekilde; toplumsal alanda hemen her başlıkta yeni bir ilişki ağının inşa edilmesiydi. Zira devlet aklı; onu daha büyük fırtınaların beklediğini; zorlu günlerden geçeceğini öngörmüştü. Yanılmadılar da; 89 bahar eylemleri ve 90’larda yükselen radikal mücadeleleri, dağlardan yükselen özgürlük türküleri!

Yeniden yapılandırma, restorasyon veyahut re-organizasyon olarak nitelenebilecek politika, egemenler tarafından her dönem yaşama geçirilir. Devlet de, toplum gibi canlı bir organizmadır; gelişir, daralır, sıkışır vb… Ne ki, kimi dönemlerde bu süreç bir bütün mekanizmanın işleyişini; hareket prensiplerini içine alır. Bir anlamda vagonun, rayları değişiyor, yeni bir yola giriliyordur. Keskin bir dönüşüme ihtiyaç hasıl olur. 2002’den bu yana adım adım örülen sürecin, ana halkası ya da dönemecine girilmiş durumda. OHAL uygulamaları da, KHK’ler de, ele geçen fırsatı, avantajı kullanmak için!

Hemen her konuda; haklar ve özgürlüklere ilişkin dillendiren TÜSİAD’ın sessizliği manidardır! Yarım ağızla yapılan çıkışlar, tribünlere oynamak içindir! Benzer şekilde; ABD’nin başkanlığa dair tek bir olumsuz ifadesinin olmaması da bir anlam taşıyor! Özetle; rejimin yeniden yapılandırılması başlığında Türk hakim sınıfları ve efendilerinin bir konsensüsü vardır!

Peki bu ihtiyaç neden ortaya çıkmıştır? Sorduğumuz soruya yanıt arayabiliriz!

 

Dipten gelen dalga!

Çevreden merkeze; dışarıdan içeriye doğru bir bakış bize faydalı sonuçlar çıkarabilir. 2016 yılını göz önüne almak da bir fikir verebilir. Sözgelimi; gelinen aşamada artık cihana ilan edilmiş; başarısız bir Suriye politikası; yeni Osmanlıcık vardır. Esad’la başlayan, aldığı yenilgilerle; dün tükürdüğünü bugün yalayarak, soluğu Astana’da alan bir çizgiden söz ediyoruz. Dahası, bugün Suriye’de doğrudan savaşın bir tarafı olunmuş durumda. Her gün içine daha fazla girilen Ortadoğu ateşinin yakıp-kavurduğu; mülteci ve göç sorunundan; cihatçı çetelerin saldırılarının hedefi haline gelen; son hızla kaos ve krizin içine sürüklenen bir devlet gerçekliği ile karşı karşıyayız.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir türlü engellenemeyen Kürt oluşumu! Suriye’nin kuzeyi; Türkiye’nin güneyi boyunca filizlenen yeni bir yapının yarattığı hazımsızlık ve korku! Suriye politikasının temel belirleyenlerin en başındaki faktör olarak Kürt sorununda varılan çaresizlik noktası. Şiddetle; ölüm ve yıkımla yok edilmeye çalışılan bir gerçekliğin her defasında daha etkin, daha büyük bir realite olarak ortaya çıkışı! Hepsi bu kadar değil; işçi sınıfı ve emekçilere; kadınlara, LGBTİ’lere; Alevilere, gençlere, toplumun değişik kesimlerinden her türlü farklı yaşam ve düşünceye karşı girişilen topyekun; susturma, boyun eğdirme; teslim alma, hizaya getirme konsepti! Ve bunun yarattığı daha da önemlisi yaratabileceği öfke, tepki ve isyanlar. Adeta füze gibi fırlayan doların haber verdiği, derin ekonomik, siyasal kriz.

Hemen her başlıkta; giderek keskinleşen, derinleşen ve büyüyen çelişkiler! Siyasal iktidar biliyor ki, ne yaparsa yapsın; adeta kaynayan bir kazana dönüşen toplum gerçekliğinin önüne geçemeyecek. Toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı kullanma, kutuplaştırma stratejisi bugün için işlevsel olsa da bunun yakınlaşan büyük depremlere ve kasırgalara set olamayacağının farkındalar.

Yakın zamanda yaşanan Gezi İsyanı pratiği, yığınların kılcal damarlarında biriken sinerjiyi gösteren bir barometre oldu bir yanıyla. Fayın esaslı kısmının henüz kırılmadığının ve bu faya; yaşama geçirilen uygulamalarla büyük bir enerjinin aktarıldığı gün gibi açık! Hakim sınıflar; kaynama derecesi her gün biraz daha artan büyük bir karmaşaya, siyasal, ekonomik krizin merkezine doğru son sürat ilerliyor. Durma şansları, frene basma inisiyatifleri  de yok! Zira, söz konusu gerçeklik parantezine tüm dünyayı almış durumda! Öyleyse; barikatı şimdiden en ileriye kurmaları, duvarları alabildiğince kalınlaştırmaları ve safları sıklaştırarak tüm komutayı tek bir merkeze taşımaları gerekiyor! Yasama, yürütme ve yargının tek bir kişinin kontrolüne geçmesinden murat da budur; zaman kaybını engellemek, bürokratik sınırları alabildiğince aza indirmek ve olabildiğince etkin ve güçlü müdahaleler yapabilmek!

Referandum tam da böylesi bir arka plan içinde gerçekleştirilecek. Bahsini ettiğimiz hedeflerin yaşam bulabilmesinin en önemli koşulu; bir bütün olarak yığınları siyaset sahnesinden silmek olacaktır! 7 Haziran’da; kalabalıklarda giderek olgunlaşan; “ben de varım”, “geleceğime karar verebilirim” fikriyatı ve duygusu Devlet-î Ali’de büyük bir korku ve endişe yarattı. 1 Kasım’da, yenilenen seçim tam da ortaya çıkan bu duyguları, yığınların bu eğilimini bastırmak, sindirmek içindi. Şiddet, ölüm, yasak ve ablukalar; kitleler evine, odasına kapansın hatta gözlerini ve kulaklarını kapatsın diye uygulamaya sokuldu. 1 Kasım’la başlayan; merkezinde Kürt sorunu ve güçleri ile müttefiklerinin olduğu diz çöktürme konsepti, gelinen aşama da OHAL’le birlikte ülke sathına yayılmış durumda.

Referandumun, OHAL koşulları içinde yapılıyor olması da bundan. Zira, biliniyor ki; sokağa çıkan, kendini özgürce ifade edebilen bir kitle gerçekliğinde tutunma şansları yok!

 

Güçlü bir itiraz!

Gelinen aşamada restorasyonda belli bir aşama alınsa da eşiğin aşılacağı yer referandum olacak. Yasak, gözaltı ve tutuklama furyası, korkularının göstergesi. Öyleyse, bugün bir noktada geri çekilen kitle hareketine; yeniden umut, güven ve cesaret kazandıracak bir süreçle karşı karşıyayız. Demokratik, legal alanın olanak ve sınırlarından söz ettiğimiz unutulmamalıdır. Zira doğrudan sistemi, faaliyetinin ve pratiğinin hedefine koyma işi başka politik özne ve güçlere aittir. Yığınlara en büyük ilham kaynağının da oradan verileceğine şüphe yoktur.

Somut, anlaşılır, toplumsal karşılığı olan; gerçekçi ve aynı zamanda etkili; kitlelerin odalarından kapı önüne, oradan sokaklara, dahası meydanlara ve alanlara akmasına, özgüvenlerinin yeniden kazanılmasına hizmete edecek, güçlü itirazlara ihtiyaç vardır! Çünkü hala, referandumda; tıpkı 7 Haziran’daki gibi dengeleri sarsma potansiyeli vardır. Bugün, rejim değişikliği ile daha karanlık bir iklime doğru sürüklenmeye dur denmelidir. Buna karşı güçlü bir duruş sergilenmeli, etkin bir çalışma yürütülmelidir!

Kuşkusuz bunun bir bedeli de olacaktır. “İtiraz”, “hayır”, “dur”, “yapamazsın” söylem ve çıkışı; mevcut siyasal atmosfer içinde oldukça önemli ve risklidir. Öyle küçümsenip geçilecek bir duruş değildir! Büyük nehirler; küçük derelerin teker teker birleşmesiyle nasıl oluşursa; demokratik her kazanım da; büyük ve nihai hedefe bizi bir adım daha yaklaştıracaktır! Tam da bunun için; koyu karanlığa güçlü bir karşı koyuş; yakılacak birer umut ve özgürlük fitili olacaktır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu