Yorum

Sağlıkta Dönüşüm Projesi; “Paran yoksa öl!”

Son on yıllık süreçte en çok tartışılan ve tartışılmaya hala devam eden konuların başında Sağlıkta Dönüşüm Projesi (SDP) geliyor. Bu kadar uzun süreli tartışılması emperyalist sermayenin, sağlık sektörünü azami kâr alanına dönüştürmesi nedenlidir. Sağlık politikasını emperyalist sermayenin çıkarına göre düzenleyen AKP hükümeti en temel insani hak olan sağlık hakkının ticarileştirilmesine SDP adını verdi. Yaklaşık 9 yıldır bu “dönüşüm” “istikrarlı!” bir şekilde uygulanıyor.

 

“Kamu kurum ve kuruluşları, piyasada serbest

rekabet oluşturamaz.”

Son 30 yıllık dönemde uluslararası sermayenin hareketini incelediğimizde, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerin ekonomilerinin talan edildiğini, devasa üretim, aşırı oranda kâr ve dünya ekonomisine bir avuç emperyalist tekelin yön verdiği tekelleşmeyi görürüz. Sermayenin gelmiş olduğu bu nokta, artık, kendi önünü tıkayan, onu krize sürükleyen (ki 2008’de başlayan mali kriz hala atlatılamadı) niteliktedir. Bugün sermayenin kendini yenileyecek, birikim sağlayacak alanlar bulamadığı, trilyonlarla ifade edilen büyüklükte sermayenin atıl kaldığı tartışılıyor. Sermayenin içinde bulunduğu bu durum, onu yeni kâr alanları yaratmaya, eski gönenç günlerini yaşamaya yönlendirmektedir. Bu kâr alanları, insanların tüketmek zorunda olduğu temel ihtiyaç maddeleridir. Eğitim, su, gıda ve sağlık bu alanların başında geliyor.

SDP’nin politik olarak şekillendirilmesi oldukça eskiye dayanıyor. “Serbest piyasa ekonomisi”, “(devletin ekonomiden elini çekmesi anlamında) devletin küçültülmesi”, “ulusal pazarın uluslararasılaştırılması” temel yönelimidir neo-liberalizmin. Nitekim “devletin küçülmesi”, sermayenin engelsiz hareket etmesi gereken sektörlerdendir sağlık. TC devletinin altına imza attığı DTÖ merkezli Hizmet Ticareti Genel Antlaşması’na (GATS) göre; “Kamu kurum ve kuruluşları, piyasada serbest rekabet oluşturamaz. Bu ilkelere aykırılık teşkil eden bütün birimler tasfiye edilir ve yeniden kurulamaz.” Hüküm açıktır; “Serbest piyasa” dedikleri piyasada pazara (yani kâra) ortak olan, emperyalist tekeller dışında tüm kurum ve kuruluşlar, “haksız rekabet” kuruluşlarıdır. SDP ile SSK ilaç fabrikalarının kapatılmasının nedeni budur. 500 SSK hastanesinin Sağlık Bakanlığı’na devredilip özelleştirilmesinin önünün açılmasının da…

 

“Sağlığı piyasaya açmak

zorundayız”

Emekçi halk için “fazla” harcama yapıldığı, bunun da emperyalist tekellerin kârını azalttığı, bu nedenle harcamanın kısılması emredildi. Bu açıklamanın ardından, 2009 yılında SDP’yi finanse etmek amaçlı 56.1 milyon dolarlık kredi serbest bırakıldı. TC devleti, ABD ve AB emperyalizminin krizle boğuştuğu bu dönemde almış olduğu kredi ile sermayeye yeni kâr alanı yaratmak için seferber oldu. Bu seferberliğin sonucu sağlık sektörü sermayenin talanına bırakıldı.

Bu talanın yapılabilmesi ve SDP’nin Türkiye özgülüne uygulanabilmesi için SDP’nin daha önce uygulandığı AB emperyalizmi örnek alındı. Türkiye’dekine benzer SDP’nin 8 ülkeye uygulanmasını inceleyen Dünya Çalışma Örgütü hazırladığı raporunda bir soru yöneltiyor; “Çatısı akan, hiçbir sağlık alt yapısı olmayan, çalışanların son altı aydır maaş almadıkları ama yine de çalışmaya devam ettikleri sağlık kuruluşlarının olduğu ülkeler hangi kıtadadır?” Raporda soruya şöyle yanıt veriliyor. “Muhtemelen sizler de Afrika diyerek yanıldınız. Bu ülkeler Avrupa ülkeleridir.”

Bu talan politikasıyla sağlık sektörü “Sağlığı dünyanın her tarafında olduğu gibi piyasaya açmak zorundayız… (RTE)” denilerek piyasaya açıldı.

Piyasaya açılan sağlık sektörünün genel tablosu şöyle; Türkiye Büyük Sağlıkçılar Meclisi verilerine göre 600 bin sağlık çalışanı var. Bunların 130 bini taşeron. Geriye kalanların bir kısmı 4/A’lı, bir kısmı 4/B’li, bir kısmı da sözleşmeli çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2009’da Türkiye’de 100 bin kişiye 153 doktor bakıyor. Doktor başına 641 hasta düşüyor. Toplam hekim sayısının 120 bin olduğu belirtiliyor. (22.04.2012 Radikal)

Bu canhıraş çabanın en gayretkeşi kuşkusuz ki AKP’dir, Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bir tüccar edasıyla SDP’yi emekçi halkımıza pazarlayan da kendisidir. Fakat mumu yatsıya kadar dayanmayan kötü bir tüccardır.

 

Yalanlar ve Gerçekler

İşte; RTE’nin allı pullu SDP’si ve emekçi halkın karşı karşıya olduğu gerçekler.

“Hiçbir ek ödeme yapılmadan sağlık hizmeti” (R. T. Erdoğan)

* Devlet ve özel hastanelerden; muayene, ilaç, ortez ve protezlerde katılım payı alınıyor,

* Aile Hekimliklerinde 3, devlet hastanelerinde 5, eğitim hastanelerinde 8 lira muayene ücreti alınıyor,

* İlaç reçetelerinde, 3 kutu ilaca kadar 3 TL, üç kutu sonrası her bir kutu ilaç için 1 lira ek ücret alınıyor,

* Yasayla birlikte sağlık hizmetinde sevk zinciri oluşturuldu. Aile Hekimlikleri 1. basamak; devlet hastaneleri 2. basamak; daha büyük hastaneler de 3. basamak olarak tanımlanıyor.

“Herkese sağlık sigortası”; “Yoksulun primi bizden” R. T. Erdoğan

* Sağlık hizmeti prim ödeme sistemine bağlandı. Prim ödemeyen sağlık hizmeti almıyor.

* 9,5 milyon Yeşil Kart SGK’ya alındı. Bunlar yoksulluk testine tabi tutulacak. Aile içinde kişi başı gelir asgari ücretin üçte birinden az ise primi devlet ödeyecek.

“18 yaşın altındakilerden hiçbir ücret alınmayacak.” R. T. Erdoğan

* SSGSS yasasının 68. Maddesi korunmaya muhtaç çocuklar dışındaki tüm çocukların sağlık hizmeti alabilmesi için prim ödemesini zorunlu hale getiriyor,

* Yasa ile kademeli sağlık sigortasının zemini hazırlandı. Buna göre her kademe için bir paket mevcut.

* “Vatandaşlık hakkını onlardan esirgeyen bu köhne düzen makul sürede son bulacak.” R.T. Erdoğan

* “Köhne düzen” olarak tabir edilen; kişiye ve topluma koruyucu sağlık hizmeti taşıyan, nüfus oranına göre örgütlenen, aşılama, salgın hastalıkların önlenmesi ve tedavisini ücretsiz yapan koruyucu sağlık hizmetleri tasfiye edildi.

“Doktor efendi dönemi bitti.” R. T. Erdoğan

* Tam Gün Yasası ile haftalık mesai saati 45 saatten 40 saate çekildi. Aylık 20 saat indirim yapıldı. Fakat nöbet saatleri 80 saatten 130 saate çıkarıldı. Ödeme de 130 saatle sınırlandırıldı.

* Sağlıkta Performans Sistemi’ne geçildi. Hekimlerin gelirlerinin %70-80’i performansa göre ödeniyor. Performansı düşük olan hekimlerin maaşlarında %20’ye varan kesintiler yapılmasının da önü açıldı.

* Hekimlere yönelik şiddet vakalarında, SDP’nin uygulanmasına paralel artış söz konusu.

“Sağlığı dünyanın her tarafında olduğu gibi piyasaya açmak zorundayız ve biz açıyoruz. (R. T. Erdoğan)”

* Emperyalist tekellerin sağlık sektörüne yaptıkları yatırım 2005’te 74 milyon dolar iken, bu rakam 2009’da 106 milyon dolara çıktı.

* Özel sigorta şirketlerinin varlık toplamı 2006 yılında 18.6 milyar TL iken 2009’da 33.4 milyar TL’ye yükseldi.

* 2004 yılında Sağlık Bakanlığı bütçesinden kamu sağlık kurumlarına kaynak aktarılmazken, Özel Sektöre %47 oranında kaynak aktarıldı.

* Sağlık Bakanlığı bünyesinde taşeron çalıştırma giderek artıyor. 2002’de 11 bin olan taşeron işçi sayısı, 2010’da 118 bine, 2012 itibariyle de 130 bine yükselmiş durumda.

SDP yukarıda sıraladığımız tüm olumsuzlukları ile birlikte aynı zamanda güçlü bir örgütlenme zemini yaratıyor. Sağlık emekçileri ve de emekçi-yoksul halkımız egemen sınıflarla karşı karşıya getiriliyor. Artı değer sömürüsü ile sağlık emekçileri, ücretli sağlık hizmeti ile de emekçi halkımızın sırtındaki yük artırılıyor. Kâr için dönen sömürü çarkı ezilen-yoksul halkı dil, din, ırk tanımadan eziyor. Bu sömürüye karşı halkımızın duyduğu tepki çoğu zaman hekimlere şiddet uygulayarak açığa çıkıyor. Sağlık sektöründeki bu somut durum sağlık çalışanlarının ve halkımızın sistemle olan çelişkilerini derinleştiriyor.

Yeniden üretim, artı-değer sömürüsü ve kâr için sermayenin tek sloganı vardır; “Benden sonrası tufan!” Sermayenin sömürü zulmüne karşı “Direniş örgütlemek, savaşmak ve savaştırmak!” İşte bu da bizim sloganımızdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu