EmekMakaleler

“Ya Barbarlık, Ya Sosyalizm”

Bundan yaklaşık 200 yıl önce Engels bir çağrıda bulunmuştu: “insanlık bir yol ayrımındadır; ya barbarlık, ya sosyalizm”. Kapitalizmin erken dönemlerine ait bu çağrı, daha o zamandan özel mülkiyet dünyasına ait üretim biçimleri ile bölüşüm ilişkilerinin geleceğini göstermek ve emeğin sömürüsüne dayanan düzenlerin insanlığı taşıdığı vahşet çağına dikkat çekmek için ilan edildi. Çağrı basitçe şunu diyordu; eğer özel mülkiyet kendi düzeni ile birlikte yerle yeksan edilmezse insanlığın geleceği barbarlıktır.

Bundan yaklaşık 200 yıl önce Engels bir çağrıda bulunmuştu: “insanlık bir yol ayrımındadır; ya barbarlık, ya sosyalizm”. Kapitalizmin erken dönemlerine ait bu çağrı, daha o zamandan özel mülkiyet dünyasına ait üretim biçimleri ile bölüşüm ilişkilerinin geleceğini göstermek ve emeğin sömürüsüne dayanan düzenlerin insanlığı taşıdığı vahşet çağına dikkat çekmek için ilan edildi. Çağrı basitçe şunu diyordu; eğer özel mülkiyet kendi düzeni ile birlikte yerle yeksan edilmezse insanlığın geleceği barbarlıktır.

Bugün aradan geçen onca yıldan ve sınıflar mücadelesi adına dünyanın hemen hemen her coğrafyasında cereyan eden yığınca şeyden sonra sosyalist olmayan çıkışın, yani barbarlığın radikal görüngüleri ile yüz yüzeyiz. Son günlerde yayınlanan bir rapor bunu bir kere daha gösterdi.

Bahse konu rapor, her yıl İsviçre’nin Davos kentinde toplanan Dünya Ekonomik Formu öncesinde yayınlanıyor. Oxfam tarafından yayınlanan raporda geçen rakamlar, yerkürenin savaşla, kanla ve sömürüyle kuşatılmış durumunu ve ezilenlerin azgın sömürü düzeni içerisindeki halini gözler önüne sererken on yıllardır bitmeyen krizin nasıl kapitalizmin çarkları içerisinde bir sınıfın zenginleşme aracı haline dönüştüğünü de gözler önüne seriyor.

Bahse konu rakamlardan dikkat çekici olanları aktararak başlayalım.

* Dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti, dünya nüfusunun yarısına eşit olan 3,8 milyar insanın servetine eşit.

* 2018 yılı içerisinde 2200 milyarderin serveti 900 milyar dolar artış gösterdi. Yani günlük artış ortalama 2,5 milyar dolar.

* Dünyanın en zenginlerinin serveti bir önceki yıla göre %12 artarken dünyanın en yoksullarının serveti ise %11 azaldı.

* Nüfusun en yoksul %50’sinin sahip olduğu servet miktarına eş değer servete sahip olan milyarderlerin sayısı 2016’da 61 iken 2017’de 43’e ve 2018’de 26’ya düştü.

* 2008 krizinden bu yana geçen 10 yılda milyarderlerin sayısı neredeyse iki katına çıktı.

* Erkeklerin toplam zenginlikten aldığı pay kadınlardan % 50 daha fazla.

Oxfam’ın raporunda ayrıca hükümetlerin bu eşitsizliği derinleştiren politikalar benimsediğine ve kamusal hizmetlere yatırım yapılmadığına dikkat çekilirken, raporla ilgili olarak Oxfam’ın kampanyalar sorumlusu Matthew Spencer, “Bu şekilde olmak zorunda değil. Dünyada herkese hayatta şans verecek yeterince varlık var. Hükümetler servete ve işletmelere gereken vergiyi uygulayarak insanların canını kurtaracak ve yaşam koşullarını geliştirecek ücretsiz ve kaliteli kamu hizmetlerine kaynak sağlamak için harekete geçmeli” diyor.

Yıkıntı İçindeki Fareler

Bu hali ile raporun gösterdiği birkaç şey var. İlk olarak rakamların değişim yönü bizlere sermayenin giderek yoğunlaştığını, sürekli ve artan bir hızda küçük bir grup insanın elinde toplandığını gösteriyor. 26 kişinin günlük kazancının Etiyopya’nın bir yıllık sağlık hizmetleri bütçesinin yaklaşık 2 katı olduğu bu düzende kimlerin yeryüzündeki açlıktan ve yoksulluktan sorumlu olduğunu bir kere daha hatırlatıyor. Diğer yandan ise rapor, bu denli bir zenginleşmenin aynı hızlarda bir yoksullaşma yarattığını da gösteriyor. Yani ezilenlerin emeğinden damıtılıp patronlar sınıfının kasaları doldurulurken, bu tek madde kapitalizmin işleyiş mekanizmasını gözler önüne seriyor.

Bu seyir üzerinden çokça şey söylemek ve güncel siyasal alanda yaşanan her gelişmeyi bununla ilişkilendirmek mümkün. Şöyle ki, emperyalist-kapitalist küresel sistemin 2000’li yıllarla birlikte bitmeyen bir krizin içine girdiği ve ABD’nin buna paralel dünyayı yeniden fethe çıktığı 2002 yılının üzerinden geçen onca yıla rağmen krizler ve savaşlar diye birbirini takip eden sarmal, esasen kendi başarı grafiğini böylesi raporlarla ilan ediyor. Tabi ki daha uzun bir geçmişi olmakla birlikte 17 yıldır Afganistan’dan, Irak’tan, Yemen’den vb coğrafyalardan çıkmayan savaş aslında tam da kapitalizmin servet akışını bir grup burjuvanın elinde toplaması için var.

Yukardaki tablonun gösterdiği gerçeklerin savaşlar dışında bir diğer yansıması da göçler. Böylesi raporların gösterdiği tablodan dolayı, insanlar kitlesel halde ekonomik koşulların daha iyi olduğu coğrafyalara kaçmaya çalışıyor. Zira Oxfam raporunun da dikkat çektiği gibi Sahra altı Afrika’da yoksulluk günden güne artarken, 2,5 milyar insan günlük 1 doların altında bir gelirle yaşıyor.

Tüm bu tablo ekolojik yıkımla, kaynakların hızla tüketilmesiyle, artan savaşlarla birleşince aslında meselenin sadece bir bölüşüm ilişkileri sorunu değil; insanlığın geleceğine ait bir sorun olduğu anlaşılıyor. Yerkürenin posasını çıkartan kapitalizm, vahşi sömürünün, korkunç yaşam koşullarının ve açlığın üzerinde yükseliyor. Her kriz anında daha da zenginleşen burjuvazi, enkaz içinde gezen farelercesini ölü-diri ne bulursa onu kemiriyor. Lafın sonu dönüp dolaşıp Engels’in yol ayrımına çıkıyor: “ya barbarlık ya sosyalizm”. Çünkü yol ayrımı her gün daha da yaklaşıyor.

Kriz, Yıkım Ve Devrimci Politikanın Olanakları

Bitirmeden altı çizilmesi gereken şey şu ki, söyleyebildiklerimizin tamamı bir durumun çerçevelendirilmesi ile ilgilidir. Gel gelelim devrimcilik bu tespiti söylemekle değil, onun sunduğu politika olanaklarını tartışmakla başlar.

Bu hali ile üstteki rapor üzerinden söylenebilecek ilk şey, gelir dağılımındaki adaletsizliğin sömürü koşullarının yoğunlaşmasının bir göstergesi olduğu, doğallığında da buna doğrudan emekçi sınıfların örgütlenmesi ile karşılık verilebileceği gerçeğidir.

Gezi İsyanı günlerinin ardından görece siyasal hareketliliğin durgunlaştığı, 7 Haziran sonrası süreçte artan baskılarla beraber toplumsal muhalefetin iyice sıkıştırıldığı koşullarda bugün en hareketli kesimin işçi eylemlilikleri olması bu alanın güncel işlevini özetlemektedir.

Diğer yandan raporda tartışılan koşullar, özellikle kapitalist kriz dönemlerinin tipik göstergesi olarak bir kesimin daha yoksul bir kesimin daha zengin olduğu bir radikalliği içermekte, bunun somut karşılığı ise işsizliğin yükselmesi olmaktadır. Şimdilerde endüstri 4.0 diye tanıtılan ve üretimde istihdamı azaltmayı hedefleyen kapitalist projelerle birlikte önümüzdeki dönemin işsizliğin yükselişe geçeceği bir dönem olacağı ve bunun politika açısından dikkate alınması gerektiği söylenebilir.

Burada belirtmeden geçilemeyecek bir olgu da, Oxfam raporunda da geçen kamu kaynak ve yatırımları karşısında hükümetlerin tutumları ile ilgilidir. Raporda devletlerin ve hükümetlerin kamu yatırımı yapmadıkları ve adil vergilendirme sağlamadıkları söylemine tipik bir örnek de Türkiye’dir. Geçtiğimiz 2018 yılı ile ilgili olarak işçi ve emekçilerden yapılan vergi kesintisi 83,3Milyar TL olurken şirketlerin ödediği vergi 78,6 Milyar TL’de kaldı.

Şu hali ile yerel seçimlerin yaklaştığı günlerde devletin yandaşlarının borcunu silerken emekçiler karşısındaki bu pozisyonunun yaşadığımız coğrafyada sınıflar mücadelesi açısından doğuracağı sonuçlar aşikardır.

Toparlarsak eğer, insanlığın geleceği, Engels’in 200 yıl öncesinden seslendiği yol ayrımına çoktan varmıştır. Barbarlığın öngünlerinde karanlığın kapıları ezilenlerin darbesi ile kırılarak insanlığı sosyalizme taşıyacak şanlı devrim günleri, bahsedilen sınıfsal yarılmanın bağrından çıkarılmalıdır ve çıkacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu