GüncelMakalelerYorum

YORUM | TC Devleti’nin II. Yüzyılında Paradigma Değişimi!  (2)

"Yeni yüzyıla girerken Türk devletinin paradigması içte bütün ulus ve milliyetlerin tasfiyesi ve Türkleştirilmesi, dışta ise emperyalist sermayeyle işbirliği olarak şekillendi."

Tarihte İlk Defa Ermenistan ile Kürdistan!

1. Paylaşım Savaşı’nın sonuçlanmasından sonra Almanya ile aynı cephede savaşa katılan Osmanlı İmparatorluğu, yenilginin faturasını çok ağır ödemek zorunda kaldı. Bunun için 32 devletin katıldığı Paris yakınlarında Sevr’de 18 Ocak 1919 tarihinde toplandılar. İtilaf yani savaşı kazanan devletler, Osmanlı’ya karşı birlik oluşturdular. Bugün dahi tartışılan Trakya, Ege adaları ve İzmir Yunanistan’a; Suriye, Çukurova Fransa’ya, Irak ve Filistin İngiltere’ye; Antalya ve çevresi İtalya’ya verildi. Osmanlı’ya sadece Orta Anadolu’da bir bölge bırakıldı. Daha doğrusu savaştan galip çıkan devletler savaşın sonucu olarak Osmanlı devletine böyle bir fatura çıkardılar. Yukarıda bahsi edilen bölgeler bu devletler arasında paylaşıldı.

İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının denetimi, uluslararası bir komisyona bırakıldı. Ve en önemlisi Sevr Anlaşması’yla Anadolu’nun doğusunda tarihsel Ermeni yurdunda “bağımsız bir Ermenistan, tarihsel Kürt yurdu Güneydoğuda ise Kürdistan devleti kurulması” konusunda anlaşıldı.

500 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun otoritesi ayaklar altına alındığı ve hiçbir itibarı kalmayan iki başlı yönetimden İstanbul Hükümeti’nin temsilcileri Sevr Antlaşmalarına katıldı. Bütün koşulları kabul ederek Teslimiyet Antlaşmalarını imzalamak zorunda kaldı. Fakat diğer tarafta Anadolu’da, Sevr Anlaşmasını kabul etmeyen ve İttihatçıları çevresinde toplayan başka bir yönetim ve hareket başlatan Ankara Hükümeti’nin temsilcisi M.Kemal bulunuyordu.

Daha sonradan Kemalistler olarak tanımlanacak bu hareket esas olarak Anadolu’da soykırıma uğratılan Ermeni ve Rumların servetlerine el koyan eşraf ve toprak ağalarının, “Ermeni ve Rumların geri dönme ihtimaline” karşı örgütlenen “Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri” etrafında örgütlenmişti. Bu örgütlenmelere önderlik edenler İttihatçılardı.

Sevr Anlaşması’na Kürt cephesini temsilen Stockholm Büyükelçisi Şerif Paşa katıldı. Ermeni Heyeti’nin başında ise Boğos Nubar Paşa bulunuyordu. Kürdistan ile Ermenistan heyetlerinin anlaştığı sınırlar konusuna, bazı Kürt çevreleri ve Bedirhan’lar-Şemdinan’lar tarafından karşı çıkıldı. Gerekçe olarak “Kürdistan sınırlarını içine aldığı” söylendi. “Ermeni gavurları ile uzlaşıldığı” için reddedildi. Siyasi çıkarlar, milyonlarca halkın geleceği “Müslüman – Hristiyan” çatışmasına kurban edildi. Bu çelişkinin günümüze kadar uzanan bir biçimde bölge halkları üzerinde faturası ağır oldu.

Kürdistan Bağımsızlık Komitesi bir mektupla “…Müslüman bölgeleri Osmanlı İmparatorluğu’ndan zorla ayırıp bir Ermeni Devleti kurarsa 24 saat içinde bu bölgede tek bir canlı Ermeni’nin kalmayacağını bilsinler …” dediler. Kürt ve Ermeni yakınlaşmasını önlemek için Mustafa Kemal de boş durmadı. Kürt aşiret reislerini örgütleyerek İstanbul Fransız Komitesi’ne protesto telgrafları gönderildi. “…Kürtler soy-din olarak Türklerle aynı ülke içerisinde birleştikleri yasal kardeşlerdir…Osmanlı hükümetinden başka hiç kimsenin Kürt’ler adına konuşma hakkı yoktur…Osmanlı tarihi boyunca Kürtler arasında hiçbir ayırım yapılmamıştır… Ermeni tarafından katledilen Müslüman halkın % 80’inin Kürt olduğunu bugün Boğos Nubar Paşa ile uzlaşan Şerif Paşa bilmiyor mu?” şeklinde Türk milliyetçiliği ve halkların en zayıf halkası olan “dini-Müslümanlığı” kullanarak darbe vurdu.

Sonuçta baskılara dayanamayan Şerif Paşa, 5 Mayıs 1920 yılında Paris Barış Konferansı’ndan masadan çekildiğini açıkladı.

Tarihte ilk defa Osmanlı İmparatorluğu’nun elindeki son işgal topraklarında Sevr Antlaşması’nda kabul edilen kararlar arasında olan Ermenistan’a özgürlük, Kürtlere ise özerklik getirildi. Ermeniler lehine 1915 yılında Osmanlı toprakları üzerinde tehcir-soykırım ve ölümlerden sorumlu eli kanlı katillerin tespit edilmesi ve yargılanmaları için itilaf devletlerine teslim etmeyi üstlendiler. Hıristiyan halkların hakları ise güvence altına alınarak tarihte ilk defa uluslararası görüşmelerde kabul edilmiş olarak tarihi bir zafer elde edilmiş oldu.

Fakat alınan bu kararların hiçbir hukuki dayanağı olmadı. Ülkelerin meclislerinde de onaylanmadı. Kağıt üzerinde kaldı. Kemalistler daha örgütlü hareket ettiler. Emperyalistlerle anlaştılar. Batı Ermenistan ile Kürdistan’da Kemalistler kendi otoritelerini oluşturarak öne çıktılar. Lozan Konferansı’na ise elini güçlendirerek katıldılar. M.Kemal Lozan’a yardımcısı İsmet İnönü’yü Ankara Hükümeti’ni temsil etmesi için görevlendirildi.

Lozan Konferansına Ankara Hükümeti; Türk komprador burjuvazisi, eşraf ve büyük toprak ağalarını temsilen ve 14 maddeden oluşan “hiç değiştirilmeyecek” kararlar ile katıldılar. En önemli maddeler arasında olan Doğu sınırında “Ermeni yurdu söz konusu olamaz, eğer olduğu takdirde görüşmelerden çekilme” kararı vardı.

Yine bugün Türk yayılmacılığına göre “kendi toprakları olduğunu” iddia edilip talep edilen eden; “Süleymaniye-Kerkük-Musul” isteniyordu. Yine Osmanlı’da yaşayan azınlıklar yerine, “Mübadele Anlaşması” (Yunanistan ile 1923 yılında yapıldı) yapılması kararlaştırıldı.

Bugün bile TC Devleti’nin propaganda aracı haline gelen “Kürtlerin Meclis’te temsilcilerinin olduğu, haklarının savunulduğu” yalanına başvurulduğu gibi aynı şekilde İsmet İnönü Lozan’da her konuşmasına başlarken “Biz Türkler ile Kürtler” diyerek Kürtlerin bir ulus olarak kendi çıkarlarını Türklere bırakmalarını sağlayabilmiştir. Lozan’da Kürtlerinde eşit bir şekilde temsil edildiği iması yaratılmıştır. Ankara Hükümeti; “TBMM Kürtlerin de Meclisidir” yalanına başvurmuş, Kürt ulusunun özerklik-bağımsızlık hareketlerini engellemek için “Müslüman-din kardeşliğini” öne sürerek, “ortak payda”larda olduklarını savunmuştur.

“Türklük Sözleşmesi” ve Anadolu’nun Türkleştirilmesi

Emperyalist devletlerle Sevr Anlaşması’nın dayattığı sömürge olmaya itiraz eden ve Lozan Anlaşması’yla yarı sömürgeliliği kabul eden-anlaşan Ankara Hükümeti, Anadolu’da iktidarını sağladı. Ve İttihatçıların “Anadolu Türkleştirilmesi” planını uygulamayı sürdürdü. Soykırımdan geriye kalan Ermeni ve Rum “meseleleri”ni halletmemeye ve Kürtlerin bir ulus olarak kendi haklarını talep etmesini engellemeye koyuldu.

Ankara Hükümeti ve sonradan Kemalistler olarak adlandırılacak İttihatçılara bu süreçte yön veren esas olarak komprador büyük burjuvazi ve toprak ağalarının sınıfsal çıkarlarıyken, bu sınıfların geniş kitleleri kendi politik çıkarları üzerinde ortaklaştırabilmek için hareket noktaları “Türklük Sözleşmesi” oldu.

Osmanlı padişahı Abdülhamid’in iktidarı sırasında, Osmanlı’da yaşayan Türk-Kürt-Kafkaslar-Balkanlar’dan… gelen ve ortak noktaları “İslam” olan muhacirleri tek bir siyaset-ideoloji etrafında buluşturan, Abdülhamit Han dönemi için Barış Ünlü, “Müslümanlık Sözleşmesi” kavramsallaştırmasını kullanmaktadır.

Yeni bir yüzyılın başlangıcında ulus devletler şekillenirken, Türk uluslaşması da İttihat ve Terakki ideologları olan Ziya Gökalp-Yusuf Akçura, Ömer Seyfettin vb. ile Türk milliyetçiliği üzerinden şekillendirildi. 1923 yılında açılan TBMM’e Ermeniler kabul edilmedi.TC Devleti’nin kuruluş ilkeleri arasında kabul edilen “Türk-Müslüman-Sünni” olma ilkesi dışında kalanlar, Türk-Müslüman-Sünni olmaya, zorla din-isim ve tebaasını değiştirmeye zorlandı. Barış Ünlü’nün kavramsallaştırmasıyla “Türklük Sözleşmesi”nin dışında kalanlara yaşam hakkı tanınmadı.

100 yıllık TC Devleti işte bu duygu- düşünce-yaşam biçimi etrafında şekillendi. Türk uluslaşması, Anadolu’nun Ermeni-Rum-Yahudi ve Hıristiyan halklardan yok edilerek temizlenmesi üzerine tasavvur edildi ve plan uygulanmaya konuldu.

Yine B.Ünlü’nün; Hıristiyan halklara karşı işlenen suçlarda anlaşmaya varılırken, suçların cezasız kalacağı ve bu konuda fikir birliğine varıldığı bir yönetim biçimi olarak Cumhuriyet’in temelleri atıldığı vb. değerlendirmesi önemlidir.

Hrant Dink katledilmesi ile bu tez bugün doğrulanmıştır. Failler halen aramızda dolaşırken gerçek suçlular halen belirlenmek istenmemektedir. Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş yıllarının Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un söylemiş olduğu sözler bugünkü Cumhuriyetin en açık biçimiyle tanımı anlamına gelmektedir: “Benim fikrim kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır. Köle olmaktır…”

Kemalistler “Kurtuluş Savaşı”ndan sonra Anadolu’da homojen bir ulus yaratmak, Hıristiyan halkların Müslümanlaştırılıp Türk olması için Güneş-Dil Teorisi gibi ırkçı ve şoven tezlere başvurdular.  “Ne mutlu türküm diyene”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türkiye, Türklerindir” … vb. ırkçı ve şoven sloganlar ülkenin her tarafında, okullarda, sokaklarda, dağlara kadar kazınarak işlendi. Halk arasında kin ve düşmanlık tohumları ekilmiş oldu. Halklar birbirlerine karşı yabancılaştırıldı-düşmanlaştırıldı.

“Bütün milletlerin Türklerden türediğini”, “bütün dillerin Türklerden doğduğu”, akıl dışı zırvaların okul kitaplarına kadar yazılarak, ırkçı ve şoven yeni nesillerin doğmasının kapısı aralandı. Dış politikada ise Türkün olduğu her yer “Türk Yurdu” gibi, Türk Turancılığı-ırkçılığı fikri geliştirildi. Balkanlar-Kafkaslar-Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine kadar, (“Adriyatik’ten Çin Denizine Kadar”!) Türk İmparatorluğu fikrinin gerçekleşmesi bugün bile Türk dış politikasının ana ilkeleridir.

Sevr’de (1920) Ermeni ile Kürt beraberliğini engellemek, Lozan’da (1923) Ermenistan ve Kürdistan’ın özgür ve bağımsızlıkları önünde duran, -bu ulusların Özgürce Ayrılma Hakkı’nı kullanmalarının- en büyük engellerden olan TC Devleti olmuştur. 1915 Ermeni soykırımı ile bir ulus, bir halk yok edilirken, Ermeniler Lozan’da, azınlık bir halk olarak kabul edildi. Türk Devleti’nin kesin hakimiyeti Lozan’da tescillenirken, Kürdistan ise emperyalist devletler tarafından dört parçaya bölünerek parçalandı. (Türkiye parçası-Bakur, Irak parçası–Başur, Suriye parçası–Rojava, İran parçası ise Rojhılat olarak bölündü.)  Bir ulusun (Kürt ulusunun) geleceği karartıldı. Bu yaklaşım emperyalist devletlerin karar mekanizması Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edildi.

1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde ise yeni Türk burjuvazisinin yürütülecek ekonomi-politikasına karar verildi. Buna göre artık önceden tamamen Ermeni-Rum ve Hıristiyan halkların elinde olan ekonomi, artık Müslüman-Türk burjuvazisi eline geçti. “Kurtuluş Savaşı”nda Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Ermenilerin tasfiyesi kararlaştırılırken, sermayenin el değiştirilmesi ve gasp edilmesi gerçekleşmiştir. Dönemin Hakimiyet-i Milliye Gazetesi zaferin ekonomik olarak taçlandırıldığı İzmir İktisat Kongresi için “…Kongre Türklüğün Erzurum ve Sivas’ta kudret ve ihtişam ile tecelli varlık iradesinin İzmir’de iktisadi şekl-i tezahürü olmalıdır ve olacaktır…’’ denilmiştir.

Ayrıca Kongre için gelecek temsilcilerin “gavur İzmir’in bütün manasıyla Müslüman İzmir’e” dönüşmesini görecekler”, “ayrıca nankörlere karşı kin ve intikam besleyecekler ‘’ denildi. Sermayenin idare edilmesi için ise tamamen Türk ve Türklerden oluşan, Türk İş Bankası kuruldu. Kemalistler, emperyalistlerle daha Kurtuluş Savaşı içinde geliştirdikleri ilişkileri, emperyalist sermayeye verdikleri güvencelerle karar altına aldılar. Kemalist Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlının sömürgeleşmesi tehlikesine karşı yarı sömürgelikte anlaşılması üzerine şekillendi. Emperyalistlerin bu duruma onay vermesinde Anadolu’da İttihatçılar tarafından başlatılan hareket olduğu kadar, esasta Rusya’da Bolşevik Devrim’in etkisi oldu. Emperyalistler yeni Türkiye’yi komünizm tehlikesine karşı bir tampon bölge, kullanışlı bir devlet aparatı olarak gördüler.

Yeni yüzyıla girerken Türk devletinin paradigması içte bütün ulus ve milliyetlerin tasfiyesi ve Türkleştirilmesi, dışta ise emperyalist sermayeyle işbirliği olarak şekillendi. TC, olası bir demokratik devrime karşı örgütlendi ve emperyalistler tarafından desteklendi. (Devam edecek)

YORUM | TC Devleti’nin II. Yüzyılında, Paradigma Değişimi!  (1)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu