EmekGüncel

SÖYLEŞİ  | “Mülteci ve çocuk haklarının tamamı ihlal ediliyor”

Mültecilerin yaşadıklarına dair sınır kapılarına giderek orada gözlem yapan İHD heyetinden Özgür Barış Demir ile konuştuk."Şu anda sınır kapılarında büyük insan hakkı ihlalleri gerçekleştiriliyor, çocuk hakları sözleşmesinin bütün hakları ihlal ediliyor" dedi.

27 Şubat’ta İdlib’te TC askerlerine saldırının ardından TC hükümeti sınır kapılarını açtığını açıklayarak binlerce mülteciyi sınırlara ‘gönderdi’.

O günden itibaren yüz bini aşkın kişi iyi bir yaşam umuduyla yollara düştü ancak sınıra varıldığında durumun pekte parlak olmadığı anlaşıldı. Sınırın diğer tarafında Yunan polisinin saldırılarına bu tarafta da bol miktarda ırkçılığa maruz kalan mülteciler şu an iki arada bir derede yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar.

Biz de konuyla ilgili sınır kapılarına giderek orada gözlem yapan İHD heyetinden Özgür Barış Demir ile konuştuk.

-Siz Çocuk Hakları Komisyonu olarak sınır kapılarında yer aldınız. Orada yaşananlarla ilgili gözleminiz nelerdir? İnsan hakları savunucusu olarak süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsmim Özgür Barış Demir. 3 yıldır İnsan Hakları Derneği Çocuk Hakları Komisyonunda yer almaktayım. Biz olayın haberini alır almaz İHD İstanbul Şube Başkanımız ve üyelerimizden oluşan ilk heyetimiz oraya gidip gözlem yaptı. Onların çizdiği genel tablodan yola çıkarak göçmen sayısının her gün daha da arttığını ve durumun daha detaylı gözlemlenmesi gerektiğini düşündüğümüzden dolayı biz de oraya gittik. Amacımız daha çok çocuklara odaklı gözlem yapmaktı.

Biz de 1 Mart günü oraya vardık. İlk gözlemlerimiz sokaklarda çok fazla araba trafiği olduğuydu. İnsanları arabalarla İpsala yakınlarına bırakılıyorlardı. Oradan da insanlar sınır kapısına yöneliyordu.

Tabi insanlar sadece İpsala’ya gitmiyorlardı. Sınır çevresindeki tarlalara da akın ediyordu. Buralarda insan kaçakçılığını bariz bir şekilde görüyorduk. Transporter tarzı arabaların koltuklarını sökerek insanları araca dolduruyorlar ve o şekilde sınıra taşıyorlardı. İki mültecinin para sayıp kaçakçılara verdiğini bizzat kendim gördüm.

Bu tarz durumlar sınır civarında büyük bir alana yayılmış durumdaydı. İpsala’dan Pazarkule’ye kadar olan hat boyunca aile ve arkadaş grupları halinde sadece sırt çantalarıyla sınıra doğru yürüyorlardı. Lakin Kapıkule (Bulgaristan sınırı) bomboştu.

Bu tablo çok büyük bir trajediydi çünkü o insanlara “biz size kapıları açıyoruz, hiçbir şey olmadan karşıya geçeceksiniz, Avrupa’ya geçişler için kapılar açıldı” diye bilgi verilmiş. Kamuoyunda da sürekli bu söylemler üzerinden bir algı oluşturuldu.

Biz İpsala’nın sınır kapısına gittiğimizde insan yoğunluğu giderek artıyordu. Oradaki insanlarla alelade görüşmeye başladık. İner inmez ilk görüştüğümüz kişiyle birlikte insanlar dertlerini anlatabilmek için yanımıza gelmeye başladılar. Orada yaşadığı mağduriyeti dile getirecek hiçbir merci yoktu. Sadece belediyenin oraya gönderdiği temizlik işçileri vardı.

İlk görüştüğümüz insanlar, buraya gelmeden bir ay önce sigortalarının kesildiğini, sağlık haklarından faydalanamadıklarını, çocuklarının okula gidemediklerini ve bunun üzerine Avrupa’ya geçişlerin serbest olduğunu duyduklarında buraya gelmeye karar verdiklerini söyledi. Buraya nerden geldiklerini, nasıl geldiklerini sorduğumuzda ise Urfa’dan, Erzincan’dan ve Maraş gibi bölgelerden kendi imkânlarıyla İstanbul’a, oradan da kaçakçılara kişi başı 100 dolar vererek sınıra geldiklerini söyledi.

“Kaçakçılar mağduriyeti fırsat bilip istismar ediyor”

Yani insan kaçakçılarının, bu insanların mağduriyetinden faydalanıp istismar etmesi de söz konusudur. Konuştuğumuz kişilere neden burada yığılma olduğunu, niye karşıya geçmediklerini sorduğumuzda ise “Yunan askerleri karşıya geçtiğimizde eşyalarımızı, cep telefonumuzu gasp ediyor, kıyafetlerimizi soyuyor ve çıplak bir şekilde bizi geri gönderiyor” dediler.

Neden halen burada olduklarını sorduğumuzda ise sınırdan geçebileceklerini düşündükleri için geri dönmediklerini söylediler. Görüştüğümüz insanlar genelde Afgan’dı. Sadece bir Efrin’li 4 çocuklu aile gördüm.

Çok perişan haldeydiler. Babanın ayağına Efrin’de kurşun isabet etmiş, fazla yürüyemiyordu. Bir Özbek aile ile görüştük. Bize şunu söylediler: “Biz burada düşük ücretlere çalışıyoruz ve sağlık güvencemiz yoktur.” Ailenin çocuğuna neden okula gidemediğini sorduğumuzda ise gitmek istemediğini kendisini orada dışladıklarını söyledi.

Hocaları babasına okula almayacaklarını söylediğini de belirtti. Özbek baba oturum alamadığı için Türkiye’de kalamayacağını ve mecburen gitmek zorunda kaldığını belirtti. Bunun dışında Nijerya’lı, Özbek, Afgan gibi birçok yerden insanlar sınırdaydı.

Suriyeliler azınlıktaydı. Mülteciler genel olarak baktığımız zaman devletler tarafından tanınmak istiyorlar. Bu sorun bu insanların işgücü olarak, cinsel anlamda olarak sömürülmesini getiriyor.

-Geçişler esnasında problem yaşandı mı?

Sınır kapılarında Ticari tır araçları sırada bekleyip sınırdan geçerken, yani ticaret devam ederken, bir yandan da insanlık dramı gerçekleşiyordu. O insanları bir meta, bir savaş aleti olarak kullanıldığı apaçıktı.

Daha sonra bir GBT esnasında polise kapıların açık olup olmadığını sorduğumuzda açık olmadığını söyledi. Biz de bu insanlara neden kapıların açık olduğunu söylendiğini sorduğumuzda ise “Cumhurbaşkanımız bu konuda açıklama yapmıştır, ne dediyse odur” gibi bir açıklama yaptılar. Biz insan hakları örgütü üyeleri olduğumuzu, burada hak ihlali durumu olduğunu ve bu durumu belgelememiz gerektiğini söylediğimizde ise engellendik.

Kapıkuleye bir şekilde ulaştığımızda orada kimsenin olmadığını, sadece yanlışlıkla bırakılan birkaç grubun Pazarkule’ye yürüdüğünü gördük. Pazarkule’ye tekrar gittik polislere insan hakları örgütü olduğumuzu ve burada hak temelli gözlem yapacağımızı söyledik ve polisler bize geçiş izni verdi.

Polislerde de bir kafa karışıklığı vardı. Çünkü bizi engelleyen polisle izin veren polis aynı kişi değildi. Pazarkule’ye gittiğimizde artık jandarma bölgesindeydik. Onlara da Pazarkule’ye gitmek istediğimizi söyledik ve yine engellendik. Orada ise mülteciler bırakılıyor, TC vatandaşları bırakılmıyor. Jandarma bunun Valilik talimatı olduğunu söyledi. Orada beklerken basının da çıkarıldığını gördük.

Yandaş basın da çıkarılıyordu. Sonra jiplerle insanlar gelmeye başladı. Onlar da ilk başta engellendiler. Daha sonra bir telefon görüşmesi yapıldı ve geçişlerine izin verildi.

Daha sonra içeri girebildik. İçeri  dediğimiz yer de büyükçe bir tarla alanı. Tek yerde jandarma var diğer yerlerde yok. Oradaki insanlarla konuştuğumuzda, “neden gitmek istiyorsunuz” dediğimizde bize “mecbur bırakıldık” diyorlardı. Yani burada mültecilik hakları verilmeyen buna mecbur bırakılan insanlardan söz ediyoruz. Bekleyen insanlara sürekli gaz saldırıları yapılıyordu.

Çok sayıda çocuğun çığlıkları, bağırışları. Resmen bir savaş durumu vardı orada. Gazdan etkilenen insanlar, çocuklar, ısınmak için ateş yakmışlardı. Kendilerine naylonlardan bir sığınak yapmışlardı ve çocuklarını oraya koymuşlardı. Isınmak için ateş yakmışlardı ve atılan gazlardan etkilenmedikleri zaman da ateşten etkileniyorlar. Ve medyalarda görünen yaşananların sadece bir kısmı. O atmosferin içine girdiğinizde kendinizi bir savaştaymış gibi hissediyorsunuz. Her an her yerden bir gaz kapsülü isabet edebilirdi, ki ayaklarımızın önüne de Yunan polisinin attığı gazlardan düştü.

-Mülteci geçişlerine ilişkin Soylu’nun açıkladığı rakamlar var. Bunların gerçeklik payı var mı?

Hem Yunan hem Türk yetkilileri tarafından bazı sayılar veriliyor, bizim gözlemlerimizden yola çıkarsak insanlar karşıya geçemiyordu. Sadece bu çatışmaların olmadığı yerlerde insanların tel örgüleri keserek, nehirden geçerek karşıya geçmeye çalıştığını duyduk. Bunlar da insan kaçakçıları tarafından yapılıyor. Yani bulunduğumuz alanda insan kaçakçıları tespit edilebilirdi gayet.

Ama bizim savunduğumuz şey şu; Mülteciler istediği ülkeye sığınabilme hakkına sahip olmalı. Bu sadece İdlib olayından sonra gündeme geldi ama bu durumun bir savaş malzemesi olarak kullanılması, devletlerin çıkar malzemesi olarak kullanması bir insan hakkı ihlalidir ve beraberinde büyük dramlar getirir. Ki bizim gözlem yaptığımız günün akşamı Ayvacık’ta batan bir botta bir anne ve iki çocuğun öldüğü haberini duyduk. O bottan kurtarılanların nereye götürüldüğü hakkında bir bilgi edinememişti o bölgedeki arkadaşlarımız.

Hatırlarsanız Aylan bebeğin dramı yaşandığında dünya kamuoyu dile getirdi ama nedense şu anda bu yaşanan olay kamuoyu tarafından dile getirilmiyor.

Peki son olarak; Mültecilerin durumuna dair ne söylemek istersiniz?

Şu anda zaten Yunanistan tarafında bir hareket yok. Bir diplomatik süreç ve bu süreçte 100 binlerce insanın dramı yaşanıyor. Şu anda sınır kapılarında büyük insan hakkı ihlalleri gerçekleştiriliyor, çocuk hakları sözleşmesinin bütün hakları ihlal ediliyor. Orada derhal insan hakları savunucularının dinlenmesi gerekiyor. Acilen adım atılmalı, çünkü sürecin devamı daha büyük acıların yaşanmasına sebep olacak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu