GüncelMakaleler

SÖYLEŞİ | SAG direnişçileri ve refakatçileri ile söyleşi (2) “Bu zafer en çok onlara yakıştı”

"Bir halkın acılarına duyarsız kalmanın kendine yabancılaşmak olduğunu, ezilen milyonlara anlatabilmek önemliydi. Sokağa yansıyan kuvvet sınırlı olsa da SAG ve ÖO direnişinin bir toplumsal duyarlılık yarattığını düşünüyorum."

– Açlık grevi eylemlerinin dışarıda belki de bilinmeyen en önemli yanını refakatçiler oluşturur. Bu süreçte refakatçiliğin sizde maddi ve manevi olarak oluşturduğu hislerden ve kattığı şeylerden bahseder misiniz?

– Goncagül Telek – Refakatçi: Açlık grevi başladığında bu kadar uzun süreceğini beklemiyordum. Eylemin bir kısmına bizde katıldık. Fakat açlık grevi süresize döndü ve sonunda koğuşta eylemin bir parçası oldu. Öncü ekiplerde olamamaktan kaynaklı süreç benim için üzücü başladı.

Daha önce uzun süreli açlık grevi deneyimim olmuştu. Fakat o zaman hep beraber girmiştik açlık grevine. Bu deneyimden dolayı yanında biri böyle bir eylemdeyken ona refakat edenin ne yaşayacağını az çok tahmin ediyordum.

Tabi akıl yürütmekle, pratik süreç farklı oluyor yine de. Yanında gün gün eriyen bir beden var ve sen herkesten fazla dikkatli takip etmek zorundasın. “Bünye neye nasıl tepki veriyor”, “olumsuz giden bir şey var mı?”, “hangi durum eylemciyi rahatlatıyor” görmek hakim olmak zorundasın.

Refakatçinin görevi eylemciyi bu anlamda rahatlatmak. Bu görevin manevi ağırlığı tahmin edilebileceği gibi daha zor, fiziki emek hiçbir şey ifade etmiyor adeta. Eylem devam ediyor ve siz ne yaparsanız yapın yoldaşınız, dostunuz erimeye devam ediyor.

“Daha da uzar mı?” demeye başladığınız andan itibaren kaygılarınız artmış demek oluyor. Ben tam bu psikolojiye girmeye başladığım da olumlu gelişmeler oldu.

İlk haber de çok heyecanlandım. Sonraki haberlerde ise temkinli yaklaşmaya başladım.

– SAG sırasında en çok zorlandığınız an olay veya konu ne oldu?

G.T: Açlık grevi sırasında eylemci rahatsızlandığında tıbbi müdahale yapamıyorsun. Eylemin ağırlığı burada başlıyor. Tansiyon sorunları baş gösterdikçe huzursuz oldum. Bir süre sonra içeceklerle ilgili tat sorunları ve buna bağlı daha az sıvı tüketme sorunu yaşanacak kaygısı da kötüydü.

Alternatif üretmek çok önemli fakat üretkenlik ve maharet imdadımıza yetişti, herkes yeteneklerini ortaya koydu. En sıkıştığımız anda şekerle yapılan içecekler hepimizi mutlu etti.

– Zafer haberi geldiğinde neler hissetiniz, o duyguyu anlatabilir misiniz?

G.T: Zafer kazanmak tabi ki bu eylem için daha başka bir mutluluk, fakat açlık grevinin zorlu yanlarından biri de tedavi aşaması. Nasıl müdahale edilecekler, hastane aşamasında neler yaşanacak. Sadece bura için değil, bir bütün için kaygı sürüyor, ki başka yerlerden olumsuz haberler de alıyoruz.

Kimi dostlarda fiziki hasarlar oluştu. Uzun vadede ortaya çıkacak başka sıkıntılar da olabiliyor. Gözün kulağın mazgalda, gelecek haberlerde. Asıl huzur ve zafer duygusu sağlıklı müdahaleden sonra yaşanıyor. O zaman yüreğinde havai fişekler patlıyor.

– Uzun bir eylemlilik süreci zaferle sonuçlandı. Kaçıncı gününüzde zafer haberini aldınız?

– Hatice Duman: SAG direnişçisi olarak zafer haberini aldığımda 47. Günümdeydim.

– Süreci politik olarak nedenleri ve sonuçlarıyla kısaca değerlendirir misiniz?

H.D: SAG ve Ölüm Orucu direnişinin temel talebinin Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecridin kaldırılması, kritik önemdeydi. Zira Sayın Öcalan üzerindeki tecridin Kürt halkına uygulanan sömürgeci savaşın boyutlandırılmasının da esas yanını oluşturuyor.

Dahası bu savaşın faşist rejimin yeniden yapılandırılması bakımından da temel noktada durduğu da açıktır.

Bu politikanın Ortadoğu’yu da kapsayarak bölgesel bakımdan iç içe geçmiş süreçleri de kapsadığını görüyoruz. Nihayetin de Rojava’ya yönelik işgal siyaseti ve stratejisinden tutun da eşitlikçi, halkların kardeşliğini temel alan bugünden inşa edilmiş bir gelecek tahayyülüne dokunan her kesime tam bir susturma ve yok etme saldırısıyla karşı karşıyayız.

Ortadoğu’da böl – yönet statükosundan beslenen tüm rejimler gibi AKP-MHP bloğundan oluşan faşist rejim bakımından çok daha geçerli bir gerçekliktir.

Bu bağlamda tüm farklılıkların yok edilerek tek tipleştirilmesi Roland Barthas’ın “faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir.”in geçerli kılınmaya çalışıldığı bir süreçteyiz.

Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit bu bağlamda faşist siyasetin merkezinde yer alan bir olgudur. Dahası bu tecritle birlikte hakikat karartılarak toplumsal yabancılaşmanın önüne geçecek düşünsel gücün zayıflatılması da hedeflenmektedir.

Elbette bu hedefin imkansız olduğunun farkındayız. Ancak bunu kırmak nerede olursak olalım tüm sol-sosyalistler için yaşamsal önemdedir.

SAG ve ÖO direnişinin bu bakımdan önemli bir yol açtığını da görüyoruz. Nihayetinde geldiğimiz aşamada faşist rejimin alabildiğine zayıfladığını ve esasta sorunsallaştıracağımız noktanın kendi rolümüz olduğunu da bu süreçte daha net görebiliyoruz.

-Açlık grevi sürecinde duygusal açıdan sizi etkileyen, zorlayan bir olay – anı var mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?

H.D: SAG direnişine ilk defa katıldım. Bu sürecin her anının benim için özel ve farklı olması da bundan. Eylemin uzun süreli olması ve her anının yeni anlamlar üretmesi özgündü. Genel de uzun süreli, özellikle de bu tarz eylemlerde rutinleşme, sıradanlaşma riski vardır. Bu süreçte de bu risk daha fazlaydı. Ancak tam tersine eylemin her geçen gün etkisinin ve heyecanının artması, bunun dışarıya yansıması hem de zindanda yaşanan somut pratikleri görmek şanstı benim için. Koğuşumuzda yakalanan kolektif için ve her insanın direnişin bir parçasına dönüşmesi çok etkileyiciydi. Refaketçilerimizin özeni, dikkati, şeker ve diğer içeceklerin hazırlanması ve beğenildiğinde ortaya çıkan mutluluk görülmeye değerdi. Daha önce bu tarz eylemlerin deneyimini yaşamış arkadaşlar da gencecik yoldaşlar kadar heyecanlılardı.

Öte yandan duygusal açıdan bizi en çok zorlayan elbette feda eylemi gerçekleştiren yoldaşların şehadet haberiydi. Bizlerin önüne geçip zaferi yakınlaştırma çabalarını anlamak elbette coşkumuzu, motivasyonumuzu artırdı ama bir o kadar da derin bir hüzün bıraktı. Bu zafer de en çok onlara yakıştı.

Sayın Öcalan’ın avukatlarla yaptığı ilk görüşmeyi, görüş mahaline giderken öğrendik. Bunun ardından hapishanenin ana maltasındaki zılgıt ve alkış sesleri, hayatımda duyduğum en güzel zafer şarkısıydı. Görüş kabinlerinde de aynı şarkıyı ailelerimizle, dışardaki yoldaşlarımızla söyledik bir kez daha.

İçimizdeki coşku ve ailelerimiz – yoldaşlarımızın gözlerindeki pırıltı koyu bir karanlığı bir ömür aydınlatmaya yeterdi belki de. Sonrasında koğuşa uçarak geldiğimi hatırlıyorum, sarılışlar, halaylar…

Bu direnişin özgün yanlarından biri uzun süreli olup etkisini artırarak ilerlemiş olması olduğunu belirtmiştim. Aynı şekilde zafer de belirli bir zaman dilimine yayılmıştı. Bu yüzden ilk olarak görüş kabinlerinin izbeliğinden yüreğimize saçılan ışık, bana zaferi yoğun hissettirdi. Bundan sonraki kazanım ve zaferlerde bunun artçılarıydı diye düşünüyorum. Elbette her kazanımın bir anlamı var kendi içinde en önemlisi ise hakikatin kazanmasıydı.

Zafer sonrası tedavi ve diyet süreci nasıl geçti, gerekenler yapıldı mı, sağlık sorunlarınız var mı?

H.D: Tedavi sürecinde olumsuzluklar söz konusu olmadı genel olarak. Ancak TTB’nin bu süreçte doğrudan müdahil olmamasıyla neyin doğru neyin yanlış olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Gerekenler yapıldı gibi görünse de TTB’nin süreçte doğrudan müdahalesi gerekiyordu ki bu yapılmadı.

“Duvarları itiyorduk, inançla, tutkuyla, coşkuyla”

Uzun bir eylemlilik süreci zaferle sonuçlandı. Kaçıncı gününüzde zafer haberini aldınız?

Hülya Gerçek: Zafer haberini aldığımızda SAG’ın 87’inci günündeydim.

Süreci politik olarak nedenleri ve sonuçlarıyla kısaca değerlendirir misiniz?

H.G: Bölgesel gelişmelerden Kürt halkımıza dönük sömürgeci savaşa rağmen, dört parçada mücadelenin yarattığı düzeyden bağımsız değil, Kürt halk önderi sayın Öcalan’a yönelik tecridin ağırlaştırılması. Savaş hukuku bile tanımayan bir zulüm ve saldırganlık bu. Tecridin kırılması temel önemdeydi kısacası.

Ayrıca faşist saldırganlığın ezilen halklarımız, işçi ve emekçiler açısından, tırmandırıldığı bir zeminde başladı SAG direnişi. Leyla Heval’in tecridin kırılması için, mücadele çağrısını Kürt halkında yanıt bulmasından, daha elzem olan değişik toplumsal kesimleri harekete geçirmesiydi. Doğal olarak taleplerin batıda sahiplenilmesinde devrimci sosyalist güçlere görev düşüyordu.

Bir halkın acılarına duyarsız kalmanın kendine yabancılaşmak olduğunu, ezilen milyonlara anlatabilmek önemliydi. Sokağa yansıyan kuvvet sınırlı olsa da SAG ve ÖO direnişinin bir toplumsal duyarlılık yarattığını düşünüyorum. Rejimi zorlayan bir rol oynamıştır ve önemli bir politik ve ideolojik kazanımdır zaferimiz.

-Açlık grevi sürecinde duygusal açıdan sizi etkileyen, zorlayan bir olay – anı var mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?

H.G: Devrim tarihinde özgün bir dönen olarak tariflemeliyim SAG direnişçisi olmayı. Birçok açıdan öğreticiydi. Gerçekten bir yenilenme, sadeleşme zemini yaratıyor.

Eylemcileri bedenini açlığa yatıranlarla sınırlamak doğru olmaz. Refakatçilerimizden içecekleri, şekerleri hazırlayanlara bütün koğuş eylemciydi. Üstelik onların payına en zoru düşmüştü. Manevi açıdan ağırlığı bambaşka bir düzeydi.

Yaratılan kolektif ruh, yoldaşlaşma direnişin en güçlü yanlarından şüphesiz. Sevgi, özenle, emekle kuşatıldık her anında.

Şanslıydık, direniş kervanına aynı tarihte katıldığım yoldaşım, Galeona’nın sözüne atıfla “dönmeye devam etsin diye dünya, dünya duvarları itiyorduk burada” demişti. Evet duvarları itiyorduk, inançla, tutkuyla, coşkuyla. Aklımız ruhumuz bedenimizle çıktığımız ferah bir yolculuk. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi?

Değişik tarihlerde başlamış dört eylemciydik, bu da insanın soluğunu, direncini tazeleyen bir güzellik kesinlikle.

Direnişin en sarsıcı anları ise feda eylemcisi yoldaşların şehadet haberleriydi. Bize soluk almak için kaygısızca sundular ömürlerinin baharını! Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Devrimci tarihimde özgün bir emeği ve rolü olan Baran yoldaşımın şehit düşmesi de tarifsiz bir acıydı, sarsıcıydı, onlar için de direnmek düştü payımıza.

– Zafer haberi geldiğinde neler hissetiniz, o duyguyu anlatabilir misiniz?

H.G: Öncelikle analarımız geldi aklıma adanmışlık, cesaret ve inançta bir adım önümüzde olan! Kazanacağımıza sınırsızca inandım.

Kervanımız büyüdükçe güçlendi coşkum, inancım. Halkımızın coşkusu, mutluluğu, feda eylemcilerimiz, binlerce direnişçi, Leyla Heval ve elbette adadakiler aktı zihnimden.

Üzerine düşeni yapmanın hafifliği, coşku, dingin bir mutluluk, bir aradaydı. Önemli bir siyasi, ideolojik bir kazanım ve bu sürecin öznelerinden biri olmak onur verici. Duvarlara sığamadık elbette, aktık sokaklara, serin dağ başlarına. Ailelerimizin, yoldaşlarımızın ışıl ışıl gözleriyle buluşmak başka bir heyecandı.

Geçmişin deneyimine yaslanarak yeni deneyimler biriktirdik. Direnmenin onuru, güzelliği düştü payımıza. Ne mutlu bize!

Zafer sonrası tedavi ve diyet süreci nasıl geçti, gerekenler yapıldı mı, sağlık sorunlarınız var mı?

H.G: Hastaneye götürülmedik, hazırlıklar revire göre yapılmıştı. Serum, ilk tetkikler gibi aşamalarda özel bir sorun yaşamadık. Uzun süreli açlık grevleri deneyimi olan TTB gibi kurumların doğrudan müdahil edilmeyişi, tıbbi gerekler açısından yetersizlikler konusunda netleşmemizi elbette etkiledi. Genel olarak diyete uygun gıdalar verildi mutfakta.

Koğuşta bulunan deneyimli bir dostumuzun neredeyse günlük diyet programıyla, koşullara rağmen sağlıklı bir süreç geçirdik.

*SAG direnişçileri ve refakatçileri ile söyleşi (1)

“Önümüzde engebeli yollar var ve bu yolları birlikte aşacağız!”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu