GüncelManşet

İstanbul Kent Sempozyumu’nun 2. günü sona erdi

TMOOB İstanbul İl Koordinasyonu tarafından “Yaşanabilir bir İstanbul” sloganı ile düzenlenen “3’üncü İstanbul Kent Sempozyumu”, Şişli Kent Kültür Merkezi’nde ikinci gününde devam etti.

1. Oturum

“Kentsel toplumsal yaşamda cinsiyet eşitliği” başlıklı ilk oturumda konuşan İstanbul Kent ve Barınma Hakkı Meclisi üyesi Çiğdem Çidamlı, hizmet sektörünün gelişimi ile kadının üretim sürecine katıldığını, ancak bu katılımın iktidar tarafından kurgulanan “ucuz iş gücü” bağlamında kullanılıp kadın emeğinin neo-liberal politikanın dolayısıyla özelleştirmenin aracı haline getirildiğini söyledi. Kapitalist toplumlarda üstü örtülen sınıfsal statülere dayalı ırk ayrımının söz konusu olduğunu dile getiren Çidamlı, “Gezi direnişi, kadınların kendini kattığı, isyan ettiği, politikleştiği bir isyandı. Gezi’de üç ayrı kadın profilinden bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki direnişte aktif olan, aynı zamanda bakımlı, eğitimli kadını temsil eden ‘siyahlı kadın’, ‘kırmızılı kadın’ profiliydi. İkinci profil ise ‘Gezinin anneleri’ olarak nitelendirilen ‘evladı mukayyet’ anlayışıyla meydanda yer alan kadınlar vardı. Üçüncü olarak ise mahallerde tencere, tava çalarak isyanı destekleyen gizli gruptu” dedi.
Sempozyumda “Kent hakkı, kadınlar ve İstanbul” başlıklı sunum yapan İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Fatmagül Berktay ise kentlerin geçmişten bu yana akrabalık, kandaşlık, komşuluk gibi ilişkilerin ötesinde alanlar olduğunu, ancak kent kelimesinin kadınların ve transların içinde yer aldığı kesim için hem özgürlük hem de dışlanma anlamına geldiğini dile getirdi. “Kent hakkı var olana dahil olmakla sınırlı değil, aynı zamanda var olanı istediğimize dönüştürmektir” diyen Berktay, kent hakkı ile kadın kimliği arasındaki ilişkinin kadını sınırlama manası taşısa da kadının kamusal alana çıkmak için stratejiler ürettiğini ifade etti. Berktay, “Türkiye’de ilk üniversite boykotunu kadınlar yapmıştır. Cinsiyetçi eğitime tepki olarak gidip erkek öğrencilerin sınıfına oturan kadın öğrencilerin başkaldırısı sayesinde başladı” diyerek, kadınları kendi alanlarını genişletmeye çağırdı.

“LGBTİ hareketi ve kentsel yaşama deneyimleri” konusunda sunum yapan Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği üyesi Cihan Hüroğlu ise LGBTİ bireylerin kentlerde ciddi bir dışlanma yaşadığını ifade ederek, kişilerin cinsel yönelimlerinden kaynaklı yaşadıkları problemlerin ortadan kalkması ve bu kişilerin kent yaşamına dahil olması için gettolaşmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. “Ev içi ve şehir” konusunu değerlendiren yazar Handan Koç ise Gezi sürecinde hiçbir problemin isyansız çözülemeyeceği gerçeğinin ortaya çıktığına vurgu yaparak, “AKP iktidarı karanlık bir zihniyete sahip olduğu için kadınların Gezi direnişine katılımına çok fazla tepki gösterdi” dedi.

2. Oturum

Sempozyumun “Örgütlenme, katılım ve kent hukuku” başlıklı ikinci oturumunda “iktidarın halkı ehlileştirme” politikaları ve örgütlenme anlayışı değerlendirildi. “Kuşatma altındaki kente karşı Gezi deneyimi” konulu sunum yapan Siyaset Bilimci Cihan Uzunçarşılı Baysal, kentsel peyzajın kapalı siteler, yüksek duvarlar, güvenlik görevlileri, TOMA gibi unsurlarla askerileştirilmeye çalışıldığının altını çizerek, “İktidar AVM’ler ile kişiye tüketici mantığını empoze etmeye ve ehlileştirmeye çalışır. Halkın kendini ifade edemediği, parası kadar özgür olduğu alanlar oluşturuluyor. Gezi’de yaşanan direniş halkın ticarileşmeye karşı başkaldırmasıdır” dedi. “Sürdürülebilir toplumsal dönüşüm ve kooperatiflerin rolü” başlıklı sunum yapan Berlin Humbolt Üniversitesi Kooperatif Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Markus Hanisch da sosyal demokrasinin örgütlenmesi için halkın sürece sürdürülebilir şekilde dahil edilmesi gerektiğine dikkat çekerek, toplumsal dönüşüm konusunda güçlü ve sürdürülebilir bir örgütlenmenin karşısında “sosyal bilinç eksikliği” ve “kapitalleşme” gibi engellerin bulunduğunu kaydetti.
“Örgütlenme katılım ve kent hukuku” konularına değinen İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim üyesi Çiğdem Şahin, kentlerin değişen koşul ve ihtiyaçlara göre yeniden yapılanması gerektiğini ifade ederek, “Kentlere müdahale edilirken, kentte yaşayanların istekleri, iktidara doğru iletilmelidir. Ancak bu isteklerin ciddiye alınması toplumsal tepki ile mümkündür. Gezi direnişi örgütlü yaklaşımın sorunları görünür kıldığını gördük. Gezi başkaldırının manifestosudur” dedi. Oturumda IRGLUS (International Research Group on Law and Urban Space) Koordinatörü Edesio Fernandes, kent hakkı bağlamında yerel ve toplumsal bulguları değerlendirirken, İstanbul Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ulaş Başar ise zengin kent hareketlerinin sosyal psikolojisini anlattı.

TMMOBsemp 13. Oturum

“Dezavantajlı kesimlerin kentsel yaşama katılımı” başlıklı oturumda ilk sözü Dr. Okşan Tandoğan aldı. “Çocuk için daha yaşanabilir İstanbul” adlı proje çalışmasının sunumunu yapan Tandoğan, İstanbul’da çocuk başına 0.1 metrekare yeşil alanın düştüğüne dikkat çekti. Tandoğan, çocuklar için ciddi alan sıkıntısının yaşandığını belirterek, “Örneğin Küçük Ayasofya’da yaptığımız çalışmada yoğun nüfuslu bu bölgede sadece çocuklar için 3 park alanının olduğunu gördük. Çocuklar açısından, sokak güvenli değildir. Madde bağımlılığı, gasp, çocuk tacizleri sorunu ile güvenlik problemi yaşanmaktadır. Yine çocuk başına sadece 0.1 metrekare yeşil alanın düştüğünü görüyoruz” dedi. Çocukların güvenlik ve trafik sorunlarından kaynaklı olarak okula gidiş gelişlerde ebeveynlere bağlı kaldığını belirten Tandoğan, “Çocuklar park alanlarına giderken de ebeveynlerine bağımlıdırlar. Güvenlik problemleri yaşanmakta” diye konuştu. Çocuk alanları açısından yeni stratejilerin belirlenmesi gerektiğini kaydeden Tandoğan, “Bu konuda da belediyelere zorunluluklar getirilmelidir. Çocuklar okul gidiş gelişlerde ebeveynlerden daha bağımsız hareket etmeli bu alan yaratılmalıdır. Trafik denetlenmeli, çocukların yaşam alnındaki tüm gereksinimler karşılanmalıdır” önerisinde bulundu.

Ardından söz alan Yrd. Doç. Dr. Sibel Yardımcı, sakat hakları ve kent vatandaşlığı noktasında değerlendirmelerde bulundu. Engellilerin yaşadığı problemlerin bireysel değil toplumsal olarak görülmesi gerektiğini aktaran Yardımcı, “Engellilere yönelik ciddi önyargılar söz konusu. Bireysel sorun olarak yaklaşılmakta ve tedavisi için tıbbi yöntemler işaret edilmektedir. Bu konuda, ‘Sakatlar kendine bakmaz, tıbbi tedavi görmelidir’ mantığı çerçevesinde ayrımcılıklar ve çeşitli önyargılar gelişiyor. Aslında sakatlık kolektif bir kimliktir bunun mücadele alanı da kolektif olmalıdır” diye konuştu.
Sempozyumda konuşan Şehir Plancısı, Engelli Hakları Atölyesi’nden Başar Alipaça ise “Aslında kentler doğal değil kapitalizmin yansımasıdır. Bu alanlarda engelliler sermaye için iş göremez durumundadır. Politikalar da bu yönlü gelişir bu yüzden” dedi. Daha sonra konuşan Altı Nokta Körler Derneği İstanbul Şube Örgütlenme Sekreteri Mahmut Keçeci de sempozyumun gerçekleştiği Şişli Kent Kültür Merkezi’nin dahi engelliler için mimari açıdan uygun olmamasına değinerek, “Engelli bir arkadaşımız buraya gelecekti ancak asansör veya rampa olmadığı için gelemedi. Bunun için Şişli Belediyesi’ni mi eleştirmek lazım bilemiyorum ama aslında bu durum kent yaşamının engelliler nasıl olduğunu göstermektedir” dedi.

Bu oturumda sunum yapan görme engelli Siyaset Bilimcisi Mert Sarı ise kentlşme ile birlikte artan tüketim kültürünün durdurulması gerektiğini vurguladı. Tüketim kültürüne bağlı olarak AVM’lerin yapıldığını belirten sarı nüfus artışına bağlı olarak doğanın ve yaşamın talan edildiğini savundu. Sarı doğanın ve yaşamın düzene sokulmasında çocuk yapılmaması elma ağacı dikilmesi gibi temelsiz ve sorunsalın çözümünden uzak kökeni Malthus’un gerici Nüfus teoremine dayanan bir anlayışı savundu.

4. Oturum

Bu oturumda ise Mekan-Emek Mücadelesi ve Direniş konusu ele alındı. İlk olarak sözü DİSK-AR Müdürü Dr. F. Serkan Öngel yaptı. 2000’li yıllarla birlikte tarımda ciddi bir çözülmenin yaşandığını ve bu çözülmenin düzensiz bir gelişme içerisinde tam olarak sistemleşmemiş bir değişim olduğunu belirtti. Kırdan kente göçün artması ile birlikte kent mekanlarının ortak üretim ve tüketim alanı olma noktasında gelişim göstyerdiğini belirten Öngel tarıma dayalı bir sanayisi olan ve tarım ülkesi olan Türkiye’nin özellikle kentlerde ranta dayalı bir sömürü mekanizması içerisinde geliştiğini belirtti. kentlerdeki sınıfsal dinamiklerin bu denli değiştiğini belirten Öngel mekanın yaratılmasında özne olan işçi sınıfının yaşadığı çelişkilerin bir derinleşme yaşadığını ve bu anlamıyla kent mücadelesinin sınıf mücadelesi paralelinde ele alınması ve kentin kentlerdeki üretim ilişkileri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.

Önal’ın ardından söz alan TMMOB Şehir Planlamacıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyesi Gürkan Akgün söz aldı. Akgün oldukça akıcı bir sunum gerçekleştirdi. Akgün sunumunda kentlerin üretim alanı olmasının yanında farklı bir yönden de değerlendirilmesi gerektiğini, sistemin kendini yeniden üretim alanı olarak görmek gerektiğini vurguladı. İşçi sınıfının üretim alanı olarak kentlerin aynı zamanda sistemin kendini muktedir olarak yeniden üretim alanı olarak kullandığına dikkat çekti. Mekan mücadelesinin sınıf mücadelesi olduğunu vurgulayan Akgün, mekanın sunmuş olduğu çelişkilerin temel ve baş yönde değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Salt ekonomik talepli olamayan çelişkilerin sosyal ve siyasal bir düzlemde de yaşam bulabileceğinden bahsetti.

Akgün’ün ardından Arzu Atabek Çerkezoğlu’da bir konuşma gerçekleştirdi. Atabek Çerkezoğlu, konuşmasına Ankara’daki eğitim emekçilerine yapılan saldırıyı kınayarak başladı. Kent ve Mekan ve işçi sınıfı nezdinde konuya “kentler işçi sınıfının yarattığı, artı değerlerinin bir görünümü olduğu alanlardır” yorumunu getiren Atabek Çerkezoğlu, Gezi İsyanı’nın işçi sınıfı ve sendikalar açısından bir değişime yol açtığını belirtti. İşçi sınıfının “Gezi İsyanı’nda yer almamıştır” ve “Gezi İsyanı’ndan sonra işçi sınıfı değiştirici misyonunu yitirmiştir” gibi yorumları eleştiren Atabek Çerkezoğlu, işçi sınıfı bu sürece zayıflığı nedeniyle başat bir biçimde yer almamıştır dedi. İşçi sınıfının bu yer almayışını işçi sınıfı içindeki çalışmalara ve bu bağlamda sendikalara bağlayan Atabek Çerkezoğlu İsyanın ardından bu şekilde bir özeleştiri verilmesi gerektiğini vurguladı. Atabek Çerkezoğlu ayrıca İsyanın ardından sendikal harekette bir devrimci değişimin başladığından ve bununda İsyanın bir ürünü ve deneyimi odluğundan bahsetti.

 

Bu oturumda ayrıca Marmara Güzel Sanatlar Üniversitesi Yrd. Doç. Dr Yıldırım Şentürk ve KESK Şubeler platformu Sözcüsü Mustafa Turgut’ta birer konuşma gerçekleştirdi. Şentürk konuşmasında Metropollerde çalışma yaşamından bahsederken Turgut ise KESK tarihinden ve Gezi İsyanında KESK’in rolünden bahsetti.

TMMOBsemp 25. Torum

Günün Son Oturumu olan bu oturumda ise “Doğal Yaşamın/Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi” konusu ele alındı. Bu sunuşta oldukça dikkat çekici konular ele alındı. İlk olarak sözü Çevre Mühendisi Prof. Dr. Beyza Üstündağ aldı. Doğal yaşamın talan edilmesi sermayenin doğal yaşam üzerindekini tahakkümünü ifade eder.” dedi. Doğal alanlarının tahribatından en çok etkilenenin ise kadınlar olduğunu vurgulayan Üstün, doğa mücadelesinin feminel bir mücadele içinde ele alınması gerektiğini vurguladı. “Kapitalist sermaye her şeyi talana çevirmektedir” diyen Üstün doğa mücadelesinin anti-Kapitalist olması gerektiğini ve bu bağlamda sınıf mücadelesinden bağımsız ele alınmaması gerektiğini vurguladı.

Üstün’ün ardından TMMOB Orman Mühendisleri Odası Eski başkanı Besim Sertok bir konuşma yaptı. Sertok konuşmasından Cumhuriyet döneminden beri devam eden bir kanserden bahsetti. Tarihsel olarak Türkiye’de toprak reformundan bahseden Sertok “1937’de bir toprak yasasının çıkarıldı ve çıkarılan bu yasa ile köylülerin topraklarının ellerinden alındı. Ancak 1945’de çıkarılan bir yasa ile birlikte tekrara topraklar köylülere geri verildi. Ancak bu topraklar daha sonra toprak ağalarına kaptırıldı.” dedi. 1948’debir toprak reformundan bahsedildiğini belirten Sertok, bu kavramın daha sonra tarım reformu olarak değiştirildiğini ve toprak reformunun bu şekilde içinin boşaltılığını belirtti. Toprak Reformunun toprak üzerindeki mülkiyetin düzenlenmesi olduğunu söyleyen Sertok, tarım reformunun ise krediler vb şekilde üretimi ifade eden kavram olduğunu belirtti. Orman kavramına da değinen Sertok kamusal kavramlar içindeki “ağaç ve ağaçıkla beraber yeri olan alanlar” olarak ifade edildiğini ancak bu ifadenin yanlış ve Ormanlar üzerinde bir sermaye tahakkümünü ifade eden bir anlam yüklü olduğunu belirtti. kavramın ekoloji ve Orman köylüsünü ifade etmediğini belirten Sertok, bu kavramın üretici güçlerin ve maddi üretim ilişkilerini görmediğini belirtti. Panelde ayrıca Ziraat Mühendisleri İstanbul Şube başkanı Dr Ahmet Atalık’ta bir sunum gerçekleştirerek Türkiye’de son on yılda 300 Milyon dönüm büyüklüğünde tarım alanlarının talan edildiğini bu rakamın coğrafi ölçümünün Belçika’nın yüz ölçümü kadar olduğunu belirtti. Yürütmüş oldukları hukuki çalışmalara değinen Atalık Tarım ve Hayvancılık bakanlığının spot reklamlarını ve icraatlarını karşılaştıran bir slayt gösterimi sunarak bakanlığın riyakar yüzünü kamuoyuyla paylaştı.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu