Güncel

YORUM | Taş ve sapanla özdeş olmanın sebebine dair…

"Sokakta oynayan çocukları korkutmak için havaya ateş açan, yetmedi bir çocuğu gözaltına almaya çalışan devletin kolluk kuvvetlerine cevabın “Les Misérables” filminin son bölümü olması kaçınılmazdır. Kürt çocuklarının taş ve sapanla özdeşliği, tahakküm ilişkilerini yerle bir etme arayışının bir sonucudur1

“Les Misérables”, Türkçe çevirisiyle “Sefiller” filmi 2019 yapımı Cannes Film Festivali Jüri Ödülü olmak üzere birçok festivalde ödül alan Ladj Ly’nin yönetmenliğini üstlendiği Fransa yapımı bir film.

Alışageldiğimiz ışıltılı Paris sokakları ve Eyfel Kulesi’nden ziyade, Paris’in arka mahallelerine odaklanan filmde, yoksul, mülteci, siyahi, göçmen; yani Fransa’nın ötekileri ana temayı oluşturuyor. Böylesi filmler, emperyalist-kapitalist devletlerin insan hakları söz konusu olduğunda “sosyal devlet” yapılanmasının masal olma niteliğini ortaya koyuyor.

Filmin ana temasının “Fransa’nın ötekileri” üzerine kurulu olduğunu belirtmiştik.

Bu ana tema şekillendirilirken devleti temsili olarak polis yer alıyor filmde ve ötekiler arasında çocuklar ön plana çıkıyor. Polisin zorbalığı, çetelerle işbirliği, işkencesi, katliamı devletin nasıl bir mekanizma olduğunu ortaya koyarken iktidar ilişkisinde en alt basamakta yer alan “öteki” çocuklarla polis ilişkisi mevcut sömürücü-erkek egemen sistemin kendisini var ettiği tahakküm ilişkisini açığa çıkarıyor. Filmin sonu ise bu tahakküm ilişkisinin yerle bir edilebilirliği üzerine…

Yazımıza filmin tanıtımı ile devam etmek isterdik. Filmin sanatsal yanlarından dem vurup, teknik yapısını incelemeye alıp sinema eleştirmenliğine de kalkışabilirdik. Ancak filmin gerçekle kesişimselliği buna izin vermedi her zamanki gibi.

Filmin etkisini üzerimizde ağırlaştıran da bu durum belki, kim bilir! Nitekim “Les Misérables” filmini izlediğimiz günün hemen ertesinde zaten bildiğimiz bir gerçeklikle tekrar karşı karşıya kalmamız ise bu ağırlığı artırdı.

Sosyal medyada paylaşılan haber ve görüntüler, Fransa’nın arka mahallelerine ait değildi bu kez. Tanıdığımız, bildiğimiz sokaklarda bir çocuk, bir polis tarafından kolundan sürüklenerek gözaltı aracına götürülüyor, şiddete uğruyordu.

“Koronanın öldürmediğini ben katlederim”

Bahsettiğimiz görüntüler Mêrdîn’in Nisêbîn ilçesinden…

Korona virüsten çocukları korumak(!) için 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getiren devletin kolluk kuvvetlerinin, yasak olduğu gerekçesiyle çocukları havaya silah sıkarak kovaladığı ve engelli bir çocuğu gözaltına almaya çalıştığı görüntüler esas tehlikenin virüs değil mevcut sistem olduğunu bir kez daha açığa çıkardı.

Nitekim bir kağıt toplayıcısı çocuğa para cezası kesen ve “iyi niyeti”ni bu cezayı taksitlere bölerek ortaya koyan, bu cezayı almamak için polisten kaçan Ali El Hemdan’ı  ise katleden devlet “Koronanın öldüremediğini ben katlederim” mesajını çoktan ortaya koymuştu tüm açıklığıyla.

Peki neden bu aldatmaca? 20 yaş altındaki çocukları korona virüsten korumak için sokağa çıkmalarını yasaklayan devlet, nedendir ki çocuklara şiddet uygular, öldürür kolluk kuvvetleri aracılığıyla?

Sorumuzun cevabı en genel haliyle, sistemin içerisinde olduğu kriz halinden bir çıkış yolu olarak kullanmaya çalıştığını bildiğimiz pandemi süreci ile alakalı. Bugün ezen-ezilen çelişkisini derinleştirmek, sömürücü ve erkek egemen anlayışı baki kılmak için araç olarak kullanılan bu süreçte, tahakküm ilişkilerinin sağlamlığı büyük bir önem teşkil ediyor.

İktidar ilişkisinde en alt basamakta yer alan kadın, çocuk, LGBTİ ve hayvanlar ise sistemin direkt hedefinde. Mülteci, Kürt, yoksul, Alevi vb. olmak ise yaşadığımız topraklarda tahakküm ilişkisinin diğer katmanlarını oluşturuyor ve ezen-ezilen ilişkisi bu katmanlarla sağlamlaştırılıyor.

Korona virüsle mücadeleyi “tek gündemi” olarak sunan TC devletinin belediyelere atadığı kayyımlarla, şovenizmi daimi olarak besleme politikalarıyla T. Kürdistanı’ndaki saldırılarının süreğenliği, kendi bekasını sağlama alma yönlü adımların Kürde yansımalarını oluşturuyor. Nisêbîn’de yaşananlar ise kuşkusuz bunun bir parçası.

Evet, “Les Misérables” filmiyle tanık olduğumuz polis şiddeti sosyal devlet anlayışının iki yüzlülüğünü ortaya koyuyordu.

Diğer yandan yaşadığımız ülkede devletin faşizm ile açıktan yoğruluşu bu iki yüzlülüğe gereksinim duymuyor. Şiddet ve katliam yaşamımızın her alanında en açık haliyle varlığını koruyor.

Nisêbîn’de yaşananlar da bunun bir örneğiydi. Sokakta oynayan çocukları korkutmak için havaya ateş açan, yetmedi bir çocuğu gözaltına almaya çalışan devletin kolluk kuvvetlerine cevabın “Les Misérables” filminin son bölümü olması kaçınılmazdır. Kürt çocuklarının taş ve sapanla özdeşliği, tahakküm ilişkilerini yerle bir etme arayışının bir sonucudur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu