GüncelManşet

(Analiz) Vatan toprağı seyyar, FAŞİZM SABİT!

Ülke siyaseti, 7 Haziran genel seçimlerine doğru yol aldıkça tam da Yeşilçam filmlerindeki senaryolara benzemeye başladı. Herkes kendince bir film çevirmeye başladı. Bu filmlerin bazıları sinemalarda gösterilir ve sinema tarihinin en kötü filmleri arasında ilk sırayı alırken; bazıları ise “dünyayı kurtaran adam”ın torunları olarak Ortadoğu sahasında ve Suriye platosunda çektikleri “kahramanlık” filminde ortaya koydukları performansla adlarından haklı olarak söz ettirmektedirler.

Nitekim geçtiğimiz hafta, birkaç yıl önce “üç saatte Şam’da olacaklarını” ilan eden ve “Emevi Cami’nde sabah namazı kılacaklarını” açıklayan “Yeni Osmanlı”nın torunlarının yeni bir filmiyle karşı karşıya kaldık. TC devleti yetkilileri, Suriye topraklarında bulunan ve hamasi nutuklar atıp, “kanlarının son damlasına kadar savunacaklarını” ilan ettikleri “vatan toprağı” Süleyman Şah Türbesi’ni bir gece yarısı operasyonuyla taşıdılar ve böylelikle vatan dedikleri toprağı seyyar hale getirdiler. Yaşananlar bir dönem Yeşilçam filmlerinde Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın deniz üzerinde ev yapması ya da Kemal Sunal’ın taşınabilir gecekondu yapmasını hatırlattı.

TC devleti yıllar önce filmi çekilen seyyar gecekondunun yerine “film öyle çekilmez böyle çekilir” yaklaşımıyla, kameralar eşliğinde “seyyar türbe” filmi çekti! Ama film Yeşilçam filmlerine değil Amerikan filmlerine öykünerek çekildiği için bazı noktaların sırıttığını ve tam bir aculluk görüntüsü verdiğini ifade etmek gerekir. Bayrak dikme görüntüleri, operasyon kumanda merkezinden servis edilen fotolarla tipik bir “Amerikan halkla ilişkiler” çalışması yapıldı. Özellikle havuz medyasınca servis edilen film fragmanlarıyla gerçekleştirilen türbe kaçırma operasyonu tam bir başarı olarak verildi! Sanırsınız Osmanlı’nın torunları ecdatlarının izinden büyük başarılara imza atıyordu. Ama film Yeşilçam tarzında olmayınca bırakalım sahiciliğini, samimiyeti bile sorgulanmaya başlandı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yaşanan bu gelişmelere yönelik açıklamaları ise tam “Neşeli Günler” filmindeki Şener Şen’in hayat verdiği Ziya’nın repliklerini andırır oldu. Hatırlanırsa filmde canlandırılan Ziya karakteri hemen her meselede abartılı yalancılığıyla ön plana çıkarılıyordu. Şu anda A. Davutoğlu’nun açıklamaları tam da bu duruma denk düşmektedir. Nitekim sosyal medyada bir film karakteri olan Ziya ile A. Davutoğlu’nu karşılaştıran capsler paylaşım rekorları kırmaktadır.

Seçimlere doğru hakim sınıflar arasında onları temsil edilen partiler aracılığıyla tam bir dalaşın yaşandığını söyleyebiliriz. Bu dalaşta ön plana çıkan mesele ise yine “vatan millet edebiyatıyla” faşist söylemler, şovenizmin körüklenmesi olmaktadır. Bu durum “milliyetçiliğin alçakların en son sığınağı olduğu” sözünün doğruluğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Malum AKP ve onun lideri R. T. Erdoğan’ın zorda olduğu, paçasını kurtarmak için “iç güvenlik paketi” adı altında yeni yasal düzenlemelerin yapılmasını istediği koşullarda, buna direnen iki hakim sınıf temsilcisi partinin, “molotof kullanımı ve bonzai satışının yasaklanması” dışında halka diyebilecekleri hiçbir şey bulunmamaktadır. Onlar da tıpkı AKP gibi seyyar türbe üzerinden vatan-millet propagandası yapmaktadırlar.

Anlaşılacağı üzere hakim sınıf partileri, bir yandan kendi temsil ettikleri kliklerin çıkarlarını savunmakta, diğer yandan ise sınıfsal nitelikleri gereği faşist propagandayı elden bırakmamakta, şovenizmde birbirleriyle yarışmaya devam etmektedirler. Nitekim türbe kaçırma operasyonu ve “seyyar vatan” filmine dair en hararetli tartışmaların bu üç hakim sınıf partisi arasında yaşanması bunun göstergesidir. Türbe kaçırılması ve hemen ardından hakim sınıf partileri tarafından bu filmin etrafında kopartılan fırtınanın arkasında seçim sathı mahalline girilmesi ve oy kaygısı vardır. Üç parti de halka saldırganlıkta ortaklaşmaktadırlar. Başta HDP olmak üzere ilerici demokrat kurum ve partilerin binalarına ve eylemlerine ve yine üniversitelerde ilerici yurtsever devrimci öğrencilere yönelik artan faşist saldırganlığın arka planında, Türk hakim sınıflarının ve onların temsilcisi bu partilerin halk düşmanlığı vardır. Gelişmeler bu saldırganlığın artarak devam edeceğine işaret etmektedir.

Baharı kazanmak için örgütlenmek!

Erdoğan önderliğindeki hakim sınıf kliğinin iktidarını kaybetmemek için giriştiği son hamlelerden birisinin “iç güvenlik paketi” olduğu, tarafsız olması gerektiği her fırsatta ifade edilen Cumhurbaşkanı’nın, yasanın ne pahasına olursa olsun çıkartılması gerektiği emriyle bir kez daha kanıtlanmış oldu. Yasanın çıkmasına yönelik bu ısrar, bir yandan Erdoğan’ın temsilci olduğu hakim sınıf kliğinin içinde bulunduğu durumu göstermekte, diğer yandan ise önümüzdeki süreçte olası kitle hareketlerinin şiddetine dair bir fikir vermektedir. Normalde halk hareketine, devrimcilere yönelik zaten ağır saldırı yasaları bulunan hakim sınıfların, bir yönetim biçimi olarak faşizmi daha da koyulaştırma girişimleri gerçekte yönetememe krizine işarettir.

Aslında Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı (CB) seçilmesinden sonra hayata geçirdiği fiili başkanlık rejimi pratiğiyle güçler ayrılığı ilkesine dayandığı iddia edilen Türk usulü demokrasinin nemenem bir demokrasi olduğunu da ortaya koymaktadır. Erdoğan’ın CB seçildikten sonraki pratiği, TC devletinin parlamenter maskeli faşizmle yönetildiği ve demokrasinin halkı kandırmayı amaçlayan bir mizansen olduğunu da göstermektedir. Erdoğan sadece hırsızlıkta ve katillikte değil aynı zamanda “Türk tipi demokrasi” oyununda da bir numara olduğunu, pratiğinde göstermeye devam etmektedir.

“İç güvenlik paketi” adı altında gündeme gelen yasanın bir yanı hakim sınıfların kendi içindeki iktidar dalaşında, Erdoğan’ın Cemaat karşısında elini güçlendirme adımı varken, esas olarak TC faşizminin bir bütün kendisine karşı gelişebilecek bir halk hareketine karşı önleme yasası olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Hakim sınıflar ve onların temsilcileri önümüzdeki sürece hazırlanmaktadırlar. Ancak bu hazırlanmanın bir yanında da kaçAK saraya kaçan Erdoğan’ın ipleri elinden bırakmama çabasının olduğunu da kaydetmek gerekir. Erdoğan’ın hemen her konuda yaptığı açıklamaları ve tutumu buna işarettir. Bakanlar kurulunu toplaması, Merkez Bankası’na yönelik açıklamaları, türbe kaçırılması filminde doğrudan yönetici olduğunun vurgulanması ihtiyacı gibi birçok meselede, iplerin kendi elinde olduğunun vurgulanması bunu göstermektedir. Ancak buna rağmen AKP’nin içinde kendisine karşı bir kliğin örgütlendiği ve bunun da Hakan Fidan’ın istifasında olduğu gibi kendini hissettirdiğini ifade etmek gerekir. Hırsız ve katil olduğu gerek dünya kamuoyu ve gerekse de ülke kamuoyunun yarısı tarafından dile getirilen bir şahsiyetin iktidarını kaybetmemek istemesi anlaşılırdır. Bu kaygıyla Erdoğan, adeta zücaciye dükkânına dalmış fil gibi davranmakta ve bu durumda ortaya çıkan ekonomik ve siyasal krizin ancak ve ancak kendi yönetiminde bir başkanlık rejimiyle giderilebileceği hesabını yapmaktadır. İç güvenlik yasasında ısrarın arka planında hakim sınıfların kendi içindeki bu iktidar dalaşı vardır.

Hakim sınıf partilerinden farklı olarak HDP’nin iç güvenlik paketine yönelik direnişinin ve mücadelesinin anlamlı olduğunu kaydetmek gerekir.

TC devleti Kürt meselesinde o kadar katı bir pozisyona sahiptir ki A. Öcalan’ın “artık silahlı mücadele dönemi kapandı” açıklamalarını bile dikkate alabilecek durumda değildir. Kürt meselesinin ortaya çıkışının en temel sebeplerinden biri olan Türk hakim sınıflarının ulusal imtiyazlarından vazgeçmeme siyaseti tüm hızıyla sürmektedir. Türk hakim sınıflarına yönelik “Türk-Kürt-İslam kardeşliği” adı altında Ortadoğu’ya açılma siyaseti; AKP kadroları nezdinde Türk hakim sınıflarının “yeni Osmanlı” rüyalarının dolgu malzemesi olarak kullanılmak istenmiş ama her rüyanın sonunda uyanmak olduğu gibi gerçekle karşılaştıklarında hayal kırıklığına uğramışlar ve somut durumla yüzleşmek zorunda kalmışlardır.

İlericiler, devrimciler ve halk hareketi açısından gerçekçi olmak dışında bir yol bulunmamaktadır. TC devleti ne dün demokratikti ne de yarın faşist olacaktır. Türkiye’de faşizm söz konusudur ve ancak halkın mücadelesiyle ortadan kaldırılabilir. Ülkemizde başta işçi sınıfının sömürüsü olmak üzere, “iş kazaları” adı altında cinayetler sürmekte, köylüler ürünlerinin karşılığını alamamakta ve adeta açlıkla terbiye edilmekte, gençler gelecek kaygısı ve işsizlikle boğuşmakta, şehirlere yığılmış yoksullar “sadaka” adı altında sosyal yardımlarla yaşamak zorunda bırakılmaktadır. İşsizlik giderek artmakta, kadın katliamı devam etmekte, hapishanelerde çocuk tacizi ve tecavüzleri hız kesmemekte, Kürt ulusu ve Aleviler başta olmak üzere azınlık ulus, milliyet ve inançlara yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları sürmektedir. Dolayısıyla dün olduğu gibi, bugün de ve hiç kuşkusuz ki yarın da faşizme karşı özgür bir gelecek mücadelesinin zorunluluğu orta yerde durmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu