GüncelMakaleler

ANALİZ | Yüksek Kiralar ve Barınma Sorunu Üzerine

"Buradan hareketle konut sorununda da yeterli ya da sağlıklı barınma koşullarını diğer bütün meselelerden, kapitalizmin içerdiği tüm çelişki ve sorunlardan ayrı ele almak hatalı bir yaklaşımdır"

“Konut sorununun çözümü ile aynı zamanda toplumsal sorunun çözümü değil, ama toplumsal sorunun çözümü ile, yani kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılması ile ancak konut sorununun çözümü mümkün olmaktadır (…) konut sorununun, ya da işçilerin yazgısını etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümleneceğini ummak budalalıktır.” (F. Engels, Konut Sorunu)

Kapitalist gelişime uygun olarak sınai sermayesi ile rekabet edemeyen kır sermayesi sahip olduğu işgücünü de şehirlere kaptırmakta, bütün dünya genelinde şehir nüfusunda artış yaşanmaktadır. Öyle ki, tahminlere göre 2050 yılında tüm dünyada nüfusun % 65’inden fazlası şehirlerde toplanmış olacaktır. Elbette şehirlere yönelen nüfus göçü bir dizi sonucu da doğurmaktadır, ki bunların başında konut sorunu gelmektedir.

Esasen konut sorunu sadece işçi sınıfına özel bir sorun değildir; aksine küçük burjuvazinin de bir sorunudur ve çoklukla işçilerin kötü koşullarda yaşamak zorunda kalmaları ya da işçi olarak ücretleri ile konut kiraları arasındaki farkın işçinin aleyhine olması durumuyla gündeme gelmez daha ziyade küçük burjuvazinin yaşadığı konut sorunu ile gündeme gelir. Bundan neredeyse 150 yıl evvel; 1872’de F. Engels “Konut Sorunu” üzerine önemli değerlendirmeleri içeren makalelerini kaleme aldığında da bu durum böyleydi.

Bugün Türkiye’de işçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı konut kiralarının yüksekliği, sağlıksız koşullarda yaşamak zorunda kalmaları hususu da tıpkı o günkü gibi işçilerin yaşadıkları bu durum nedeniyle değil küçük burjuvazinin yaşadığı ortak sorun üzerinden gündeme gelmekte ve yine sorunun bu eksende kavranıp, tartışılmasından hareketle konut sorunu bir tür “yurt sorunu” ya da “öğrenci evi sorunu” olarak algılanmaktadır.

Konut sorunu yaşadığımız genel tüm sorunlar gibi kapitalizmin kendisine içkin bir sorundur ve sistemin işleyiş yasalarından ve yasaların doğurduğu zorunluluklardan ayrı ele alınamaz. Kapitalist sistemi niteleyen temel özellik artan oranda kâr elde etme eğilimi olduğuna göre, şehirlere yönelik artan göçün kapitalistler açısından en iyi şekilde değerlendirilmesi gereken bir kârlılık enstrümanı olarak algılanmakta olduğu/olacağı açıktır.

Şehirlerdeki yoğunlaşma öncelikle şehir merkezlerinin sonrasında şehir içerisinde pek çok yerde oluşan yeni merkezlerin işçi-emekçiler açısından kirası karşılanabilir, buralarda barınılabilir yerler olmaktan çıkması ile sonuçlanır ve işçiler giderek şehirlerin daha dış mahallelerine sürgün edilirler. Çünkü şehir merkezleri, toprak üzerinden doğan mutlak rantın en yoğun olduğu, birim metrekare toprak ücretlerinin ve buna bağlı olarak da konut fiyatlarının en yüksek olduğu yerlerdir ve buralarda yaşamak işçiler açısından karşılanabilir bir durum değildir.

Türkiye’de son yıllarda, tarımın emperyalist sermayeye hediye edilmesi, klasik şehirleşme sürecini hızlandırırken önemli oranda nüfusun şehirlere göç etmesine neden olmuştur. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya gibi birkaç büyük şehirde toplam nüfusun 50 %’si yaşamaktadır. Toplam yüzölçümüne kıyasla nüfusun dar bir alanda, sadece birkaç büyük şehirde toplanması buradaki arsa fiyatlarının ve dolaysız olarak da konut fiyatlarının astronomik oranda artışını beraberinde getirmiştir. Örneğin İstanbul’da metrekare arsa fiyatı 6.942.00 TL’ye ulaşmıştır. (Kaynak TÜİK)

Arsa fiyatları; elinde önemli oranda arsa bulunduran ve buradan elde ettiği gelirle yaşayan bir dizi asalak rant kapitalisti, banka (finans) sermayesi, en küçüğü emlakçılar olan spekülatörler, kimi hükümet görevlileri ve bürokratlar tarafından kasıtlı olarak yukarı çekilmekte, yaratılan rant kapitalistler arasında paylaşılmaktadır.

Bu tabloda durumu en kötü olan işçi sınıfıdır. İşçiler hızla artan arsalar üzerinde yükselen binaları inşa ederken buralarda yaşamanın ellerine geçen aylık ücretlerle gerçekleşemeyeceğini bildiklerinden buna ilişkin hayal dahi kuramazlar. İşçiler için yapılan TOKİ vb. projeler de arsaların içerdiği mutlak rantın yoğunluğuna göre değişkenlik göstermekte ve mutlak rantın yüksek olduğu yerlerde TOKİ de işçiler için değil konut almak için daha fazla sermayeyi elinde bulunduran orta burjuvazi için konut yapmaktadır.

Arsa fiyatlarının belirlenmesinde etken olan nüfus yoğunluğu mutlak rantın da belirlenmesinde etkendir demiştik. Bundan hareketle diyebiliriz ki; konut sorunu olarak tanımlanan ve konut fiyatlarının yüksekliği sorunu ev sahiplerinin iyiliği ya da kötülükleri ile açıklanabilecek bir olgu olmayıp kapitalist sistemin özü ile ilgilidir. Kesinlikle küçücük, güneş dahi almayan evlerin yüz binlerce lira etmesi adil değildir; ancak sistemde adil olan ne vardır ki?!

Kapitalist sistemin kendisi bizatihi adaletsiz bir işleyiş üzerine kuruludur. İşçiler aslında ücretlerine karşılık gelen üretimi iş gününün küçük bir kısmında gerçekleştirdikleri halde kalan daha büyük sürede kapitalistin kârı için çalışırlar. Bu kısım ödenmemiş emeği oluşturur ve kapitalist sistemin adaletsizliğinin temeli de burasıdır. Diğer bütün adaletsizlikler bu adaletsizliği ya da bu çelişkiyi takip eder ve bu çelişkiden bağımsız tek bir çelişki de adaletsizlik de bulunmamaktadır.

Konut sorununda işçi ev satın almak istediğinde bir miktar sermaye sahibi bir alıcı gibi davransa da işçinin ev sahibi ile olan ticaretini belirleyen genel yasalar az önce değindiğimiz emek-sermaye çelişkisini ortaya çıkaran yasalardan bağımsız değildir. Dolayısıyla işçi ev satın almak istediğinde ya da kiralamak istediğinde salt işçi olduğu ve bu nedenle küçümsendiği, dışlandığı için satın alma ya da kiralama olanaklarından yoksun bırakılmaz; hayır, onu daha az kaliteli evlerde yaşamaya mecbur bırakan elindeki sermayenin gücü ya da güçsüzlüğüdür. Bu bağlamda işçinin uzun yıllar çalışmasına karşın sağlıklı barınma koşulları elde edememesi emek sermaye çelişkisinin ve kapitalizmin temel yasalarının dolayımsal sonuçlarındandır.

 

Tarımsal ürün fiyatlarındaki artışın nedeni

Arsa fiyatlarındaki mutlak rantın yoğunluğu sadece konut fiyatlarının artışın da kendisini göstermez ama aynı zamanda tarım ürünlerinin fiyatları da incelendiğinde konut fiyatlarının artışına paralel bir grafik çizdiğini görürüz. Bunun altında yatan gerçeklik; bir üretim aracı olarak toprağın artan arsa fiyatları uyarınca değeri artıyorken burada hala tarım yapılması üretilen ürüne mutlak rantın aynı oranda yansıması sonucunu doğurur.

Açıklayıcı olması açısından; civardaki tüm arsaların tarım arazisi olmaktan çıkıp kârlı konut arsasına dönüştükleri yerde, üzerinde tarım yapılmaya devam edilen toprak da konut arsaları gibi mutlak ranttan etkilenir ve bu etki burada üretilen tarım ürünlerine dahil olur. Birçok girdinin yanında, mutlak rantın tarım alanlarını kuşatan bu halini de tarımsal ürünlerin fiyat artışına dahil etmek gerekir.

Tıpkı ev sahibinin uzun ömürlü bir meta olarak evinden uzun seneler içinde tekrar tekrar kiralamak yoluyla pazarın genel artış eğilimini kiraladığı mülke her seferinde dahil etmesi gibi gübre, mazot, tohum, işçilik, nakliye girdileri dışında mutlak rant da tarımsal ürünün fiyatına dahil olur.

Tarım arazisi olarak toprağın az ya da sınırlı olduğu bir yerde yapılan tarımla elde edilen ürünle diğer tüm girdiler sabit olduğunda mutlak rantın daha az olduğu yerde yapılan tarım sonucu elde edilen ürün arasındaki farkı belirleyen mutlak ranttan başkası değildir.

Şu halde görüyoruz ki; ne evini kiraya veren ev sahibi ne bir üretim aracı olarak küçük ya da büyük toprak sahiplerinin kişisel olarak iyi ya da kötü niyetli olup olmaları değil; onları çevreleyen kapitalist sistemin kötülüğüdür söz konusu olan.

 

Barınma sorununun nedeni sistemdir!

Konut sorunu dediğimiz şey yeterli ev olmamasından doğan bir sorun değildir. Bugün örneğin İstanbul’da içinde kimsenin yaşamadığı binlerce boş ev bulunabilir. Hal böyleyken konut fiyatlarındaki artışı fiili olarak gerçekleşmiş bir talep ve bunun karşısındaki sınırlı bir arz belirlemez.

Başta da belirttiğimiz gibi artan nüfus yoğunlaşması bu yoğunluğa koşut olarak mutlak rantın oranını yükseltir ve evlerin boş kalması bahasına ev fiyatları yükselirken, bu yükselmenin dayanak olduğu kalabalık emekçi kitlelerinin ise fiyatı artan bu evlere yönelik bir talep dahi doğuramamasını beraberinde getirir. Görüleceği üzere mutlak rantın konut sorununda yoğunluğunu ortaya çıkarak olgu fiili durumdan ziyade spekülasyonlardır.

İşçi sınıfının yaşadığı konut sorununun kapitalist sistemde çözülmesi mümkün değildir. Çünkü kapitalizmi ayakta tutan tam olarak bu tür çelişkilerdir. Örneğin bir tarafta aç milyonlar varken yiyecek fiyatlarını düşürmemek için denize dökülen gıdalar, milyonlarca ihtiyaç sahibi varken ücretsiz satmayı bırakalım indirime dahi yanaşmadan kapitalist tarafından imha edilen giyecekler kapitalizmin müsrif ve irrasyonel doğasından ileri gelmektedir.

Buradan hareketle konut sorununda da yeterli ya da sağlıklı barınma koşullarını diğer bütün meselelerden, kapitalizmin içerdiği tüm çelişki ve sorunlardan ayrı ele almak hatalı bir yaklaşımdır.

Türkiye’de yukarda belirtilen konut fiyat artışının bir sonucu olarak tıpkı işçiler gibi küçük burjuvazi de bu sorundan etkilenmektedirler ve yine başta belirttiğimiz gibi sorunun gündeme gelmesi de işçilerin yaşadıkları sorundan değil küçük burjuvazinin yaşadığı sorunlara birlikte gerçekleşti.

Konut sorunu kapitalizmin yarattığı bir sorun gibi değil de, örneğin AKP’nin siyasal İslamcı politikasının ürünü olarak üniversite öğrencilerini tarikat yurtlarına yönlendirmesi çabasının ürünü olarak ortaya çıkan bir sorun olarak ortaya konuldu ve devamında da sadece küçük burjuvazinin “yurt” ya da “öğrenci evleri” talepleri arasına sıkıştırıldı. Halbuki yukarda da açıkladığımız gibi sorunun kendisi kapitalist sistemin bütün işleyişine aittir ve toplumsaldır.

Konut sorunu kapitalizmin ortaya çıkardığı bütün sorunlar gibi kapitalist sistem ortadan kaldırılmadan çözülemez. Ne öğrenciler için yurt yapılması ne birilerinin ya da kimi kurumların öğrencilere kapılarını açması konut sorununun nihai çözümünü sağlayabilir.

Bu sorunu diğer bütün sorunların önüne koymak değil ama bunu da kapitalist sisteme karşı işçi sınıfının devrimci mücadelesinin bir parçası haline getirmek üzere sorunu emekçi semtlerinde ajitasyon propaganda çalışmasının araçlarından birisi haline getirmek; öğrenci gençliği de yaşadıkları bu sorun ekseninde politikleştirip sorunun sistem sorunu olduğunu kavratmak hedeflenmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu