GüncelYorum

YORUM | Deprem Değil Devlet Öldürür!

İstanbul başta olmak üzere, ülkenin hemen hemen tüm şehirleri plansız, programsız betonlaşmanın, çok ve yüksek katlı rant açgözlülüğünün işgali altındadır. 1999 depremi sonrasında ‘kentsel  dönüşüm’ adlı rant üretimi dışında -neredeyse- yapılan birşey yok. İstanbul’daki bu rant açgözlülüğü tüm ülkede yaşanıyor.

Jeologların, inşaat mühendislerinin, mimarların deprem gerçeği hakkında söyledikleri bir söz vardır; ‘deprem öldürmez, çürük, yanlış yapılmış bina öldürür’ diye. Ama bu sözü şöyle tadil etmekte fayda var. ‘Deprem öldürmez, öldüren yandaşa ihale sisteminin, rant sisteminin ve yolsuzluklara yasal kılıfla endekslenmiş olmasıdır’.

Yoksa bina dediğin demir, çimento yani ham madde ve bilim-teknik yani jeodezi, mimarlık-mühendislik işidir ve bunlar bilinmeyen şeyler değildir. Ama meselenin özünde iktidar olanın yandaşı kollayıcı, doğal felaketleri bile ranta çevirme isteği olunca başta insan hayatı olmak üzere bilim ve teknoloji görmezden gelinerek herşey kapitalizmin kâr ve rant hırsıyla ele alınır. Ve bu yüzden her türlü felaket kaçınılmazdır. Depremlerde özel binalar da kamu binaları da yıkılıp zarar görmektedir.

En ufak bir depremde dahi kamu binalarının çok daha fazla etkilendiğini görürüz. Ama ne yazık ki bu gerçeği ne iktidar ne de muhalefet çok fazla kurcalamaz. Deprem meselesi devletle alakalıdır ve özel binaların da yıkılması devletle ve belediyelerle ilgilidir. Deprem demek; devlet sorumluluğu demektir. Yani deprem değil devlet öldürür. Peki Deprem Nedir? Dünyanın yüzeyi tektonik plakalar (levhalar) adı verilen 7 büyük ‘yapboz parçası’ndan oluşuyor. Bunların hemen altında eriyik kayaçlardan oluşan magmayı oluşturan manto tabakası bulunur;mantonun üstü daha soğuk altı daha sıcaktır. Bu yüzden magma derinlere battıkça ısınır ve ısınınca da yükselir. Yükseldikçe soğur ve tekrar geri batar. Bu durum, ‘konveksiyon akımları’ denen döngüsel bir hareket yaratır.

Bu hareketin yarattığı devasa sürtünme, üzerinde yüzen levhaları yılda sadece bir kaç santimetre kadar yavaş bir şekilde hareket ettirir. Bu hareketlilik kimi zaman çarpışmalara, kimi zaman ayrılmalara kimi zamansa birbirlerine sürtünmelerine neden olur. Buna bağlı olarak, a) Çarpışmalar sonucunda sıradağlar ve volkanlar b) Ayrışmalar sonucunda yeni okyanus tabanları ve çöküntü koyakları c) Sürtünmeler sonucunda ise bolca depremler oluşur.

Bir fay hattı kusursuz bir şekilde düzgünce çizilmiş bir yapı değildir. Aksine çok sayıda girintisi ve çıkıntısı olan fay hattı farklı fiziksel özelliklere sahip kayaçların birbirlerine paralel hareket etmeye çalıştıkça bu girinti ve çıkıntılar birbirlerine takılır ve bu takılan bölgeler zorlanır. Bunun sonucunda büyük bir enerji ve şok dalgası açığa çıkar. Bu dalgaların yüzeye ulaşması sonucu depremler oluşur.

Depremin büyüklüğü ve şiddeti farklı şeylerdir: Depremin büyüklüğü yüzeyde meydana gelen sarsıntıların sismograf üzerindeki izdüşümüdür. Bu nesnel bir sayıdır. 5,3 veya 6,7 gibi sayılar Richter ölçeğinin modern bir versiyonu olan Moment Magnitüd Ölçeğinden gelen sayılardır. Bu bildiğimiz alışıla gelmiş lineer ölçeğe (yani 1,2,3, gibi sayıma) göre değil logaritmik ölçeğe (yani 10,100,1000 gibi sayıma) göre dizilmiş sayılardır. Örneğin 6 ile 7 sayılarının aralarında pek bir fark yokmuş gibi algılanır. Biri diğerinden %16,6 büyüktür. Ama Richter ölçeğindeki sayılar 10’un katları şeklinde büyüdüğü için, her 0,2’lik bbüyüklük artışı aslında 2 kat güç artışına karşılık gelir.

Yani 7,6 büyüklüğündeki bir deprem 7,4 büyüklüğündeki bir depremden 2 kat daha güçlüdür. Depremin şiddeti ise depremin sonucunda ortaya çıkan hasar, yıkım, ölü-yaralı sayısı, depremi hissetme düzeyi vs.dir. İnsanoğlu depremin büyüklüğüne etki edemez.

Fakat depremin şiddetinin sonucunda oluşabilecek hasar, yıkım ve can kaybını en minumuma indirebilir. Örneğin Şili’de 1960 yılında Richter ölçeğne göre 9,5 büyüklüğünde bir deprem yaşanmış ve buna bağlı olarak depremin şiddetiyle binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Şili yaşanan bu doğal afet sonrası aldığı önlemler sonucu 2014 yılında tekrar yaşanan 8,2’lik bir depremde ise sadece 6 kişi hayatını kaybetti. Türkiye’de yaşanan 17 Ağustos 1999 7,6’lık gölçük depremi sonucu hayatını 20,000’in  üzerinde insan hayatını kaybetmişti.

1999 depreminde ve son Elazığ-Malatya depreminde devletin bu doğa felaketlerinde bile nasıl hırsızlık yaptığı ve deprem vergileri, toplanan yardımları nasıl çaldıkları yine ortaya çıktı.

Üstelik  Alevi ve Kürt köylerine sessiz ve duyarsız kalarak yine faşist-ırkçı yüzünü yine göstermiş oldu. Öyle ki, HDP’li bir belediyenin afet bölgesine girişi ve  yardımlarının geri çevrilmesi, ‘’yetkililer’’inde bunu gizlemeye çalışması tam bir ikiyüzlülük…

Çünkü depremden kendine pay çıkartmak için bir sürü dinci,tarikatçı vakıflara deprem bölgesinde çadır açtırıp yardım şovu düzenleyen devletin amacı kitleleri manipüle etmekti.

Gelişen kitle iletişim araçları ile birlikte internet, devletlerin halkla ilişkiler, propaganda, reklam gibi farklı alanları içinde barındıran uygulamalarla iktidarların ve egemen güçlerin varlıklarını sürdürebilmeleri için kullanılan kaçınılmaz bir olgu haline geldi. Gelişen teknoloji ile devletler halkı,kitleleri,ezilen emekçi yığınları manipüle etmekte deyim yerindeyse ustalaştı.

Bir doğa felaketini bile çabucak kendi lehlerine çevirip suni gündemler yaratarak hem yandaş medya hem de sosyal medyadan bu doğa felaketini bile maddi ve manevi bir kâra dönüştürebildiler.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu ‘bilişim propagandası uygulayan ülkeler’ olarak adlandırılan 26 ülkede hükümetlerin sosyal medyada yanıltıcı propaganda yürüttüğü biliniyor. İktidarın Elazığ deprem bölgesinde halkın yanında olduğuna dair yaptığı propaganda önceden çalışılmış ve adeta devletin, iktidarın bütün yolsuzluklarını gizlemek için yanıltıcı propaganda mekanizması devreye konulmuştur.

Mikrofonu açık kalan Elazığ Vali’si ‘kamuoyunda algı çok iyi efendim’ diyerek bir bakıma iktidarın yürütmeye çalıştığı algı operasyonu ve manipülasyonu itiraf etmiştir. Gerçeklik aslında şudur ki; rant açgözlülüğü yanısıra ayrımcı, ırkçı ve faşist politikalarıyla enkaz altında kalan hırsız ve basiretsiz devlet olmuştur. Deprem; Türkiye’nin arada bir hatırlayacağı ve sorgulamakla yetineceği ve bir diğer afete kadar ‘kadere’ terk edebileceği sıradan bir konu değildir. Türkiye bir deprem coğrafyası; bütün tarih boyunca özellikle Anadolu toprakları sonuçları çoğu kez büyük felaketlere dönüşen bu doğal olaya defalarca tanıklık etmiş. Böyle bir coğrafyada insanların bu konularda devletin, hükümetlerin, ilgili ve sorumlu kamu yönetimlerinin yapması gerekenleri ve neler yapıldığını sorması sorgulaması en doğal hakkıdır.

Hatta bu sorgulama haktan öte aynı zamanda bir görevdir! Bu konuda hesap sorma bilincinin ve farkındalığın yaratılması komünist, devrimci-demokrat ve tüm aydın kesimlerin görevidir!

Devletin ve ona bağlı tüm kamu yönetimlerinin kullandığı kaynak; sonuçta halkın vergisinin, kazancının, emeğinin oluşturduğu halkın hazinesidir. Her kuruşunun hesabının sorulması bir haktır!…

Ne yazık ki burjuvazi kendi iktidarı ve sermayenin çıkarları için depremde dahi bir rant elde etme ve afeti de kazanca çevirir.

Burjuva devlet iktidarı özel mülkiyetini, belirli bir grup insanın, belirli bir sınıfın çıkarlarını korumayı ve bunu yaparken de toplumun çıkarları gibi göstererek yönetimi altındaki herkesi buna ‘ikna ederek’ burjuva devlet iktidarını ve rantı bir kazanca çevirirler.

Bunu yaparken ‘kamu hizmeti’ adı altında yine ellerindeki en önemli kaynak hiç şüphesiz halktır! Oysa kamu hizmeti denen bütün işler devlet iktidarının olduğu her yerde devletlerin görevidir. Bu hizmet yani kamu

hizmeti yerine getirilirken yine halkın kendisinden sağlanır. Yol, su, sağlık, eğitim, sel baskını, deprem vb. bütün hizmet ve doğal felaketlerde alınan önlemlerde devlet; kamu hizmeti adı altında mecburen yerine getirmekle görevli olduğu işlerdir.

Fakat burjuva devlet iktidarının hak talebinde bulunanlara saldırmaları, onları düşman ilan etmeleri, muhalifleri ezme yöntemleriyle aslında korktukları tıpkı yer altındaki enerjinin birikip patlaması gibi ezilenlerin de birleşerek biriken öfkelerinin patlamasından korkmalarıdır…

Korktukları; Ezilen ve sömürülenlerin enerjilerinin deprem etkisi yaratarak iktidarı ve sermayenin kendisini göçük altında bırakmasıdır… Korktukları; Saraylarının, saltanatlarının deprem vergisi gibi halkın cebinden çaldıklarının bir gün ellerinden gideceği bilmeleridir… Depremin değil devletin insanı öldürdüğünü görmeleridir…

Burjuva hükümetlerin asli görevleri beslendikleri düzene bekçilik yapmaktır. Korktukları; Halkın bilinçlenmesi, birleşmesi, örgütlenip ARTIK YETER demesidir…

Bu yüzdendir ki; gelişen ve gelişebilecek her muhalefeti şiddetle ve cezalandırmayla susturmaya çalışıyorlar. Deprem vergisi adı altında son 17 yılda 36 milyar dolar toplandı. Bu paralarla İstanbul’un yarısı yeniden inşa edilebilirdi.

İstanbul başta olmak üzere, ülkenin hemen hemen tüm şehirleri plansız, programsız betonlaşmanın, çok ve yüksek katlı rant açgözlülüğünün işgali altındadır. 1999 depremi sonrasında ‘kentsel  dönüşüm’ adlı rant üretimi dışında -neredeyse- yapılan birşey yok. İstanbul’daki bu rant açgözlülüğü tüm ülkede yaşanıyor.

Tarım arazileri betonlaşıyor, ovalarda ve kıyıların alüvyon tabakalarından oluşan alanlarda çok katlı yapılar yükseliyor. Ülkenin yerleşim düzenini; planprogram, bilim değil rant hırsı ve lobiler belirliyor. Olası bir İstanbul depreminde tahmini 500 binin üzerinde ölümler beklenirken, iktidar halen rant hesabı yapıyor.

Tahmin edilen 7,7 büyüklüğündeki bu deprem üç tane Gölcük depremi anlamına geliyor. Bu deprem bugün gerçekleşirse sadece İstanbul’da 80 bin bina yıkılabilir. Yaklaşık iki buçuk milyon insan geçici konaklama noktalarında günlerce, aylarca belki de bir kaç yıl evsiz kalabilir. Ve susuzluk, salgın hastalıklar ve neticesinde de yeni ölümler yaşanabilir.

İstanbul’a sayısal olarak bakıldığında yaklaşık 17 milyon nüfus var. Bu zaten başlı başına deprem anında yönetilmesi zor bir durum. Fakat bir İstanbul depreminde marmara genelinde 11 il etkilenebilecek ve depremden etkilenecek nüfus sayısı 25 milyonu bulabilecek ve zarar gören konut sayısı da 6 milyonu bulabilir.

Depreme karşı koymanın en iyi yolu deprem bölgelerinde ve yeni yapılacak bütün kamu ve özel binaların depreme dayanıklı ve güvenli yapılaşmasıdır. Bunu yapmak mümkün. Ama tabi bunu rant açgözlülüğü ile yapmak imkansız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu