Manşet

TC’nin 5 Nisan utancı

“Demokles’in kılıcı”na taş çıkartırcasına kendi korku imparatorluğuyla bilediği kılıcını egemen kılmaya çalışan AKP Türkiyesi’nde hukuktan, adaletten yana tavır koyan yüzlerce avukat, 5 Nisan Avukatlar Günü’nü cezaevlerinde, mahkeme salonlarında yargılanarak karşılıyor. Kürtlerin, ezilenlerin, devrimcilerin savunmasız bırakılmak amacıyla avukatların böylesi bir baskı ve tutuklamayla yüz yüze olduğuna dikkat çeken ÇHD’li ve İHD’li avukatlar, “Ezilenleri, Kürtleri, devrimcileri, öğrencileri savunmaya devam edeceğiz. Avukatlar içeride katiller dışarıda olsa da içeride de dışarıda da mücadelemize devam edeceğiz” dedi. 

Startı 14 Nisan 2009’da verilen siyasi soykırım operasyonlarının periyodik olarak neredeyse ayda bir yapılmasıyla bugüne kadar binlerce seçilmiş, siyasetçi, kadın, insan hakları savunucuları, gazeteci, öğrenci, sendikacı, avukat tutuklandı. Söz konusu tutuklamalarla bugün yüzlerce avukat cezaevlerinde. Son 4 yıldır “KCK”, “DHKP-C” adıyla yapılan operasyonların ardından onca avukat tutuklanarak yargılanırken, yüzlercesi de “dışarıda” yargılanıyor. Avukatlar üzerinde de korku imparatorluğunun kurulmaya çalışıldığı son 4 yıllık süreçte yargı baskısı nedeniyle kimi avukatlar ise yurt dışına çıkmak zorunda bırakıldı. 

Yoğunlukla Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının karşılaştığı tutuklamaların yanı sıra İHD’li ve ÇHD’li avukatların da aralarında bulunduğu onlarca avukat tutuklu. Hak ve özgürlükler, demokrasi ve adalet mücadelesi averen, iktidarın kılıcı yerine adaletin terazisine biat eden avukatlar, böylesine ciddi bir baskı cenderesi altında karşılıyor 5 Nisan Avukatlar Günü’nü. Söz konusu ülke Türkiye olunca da yılın 365 gününün her biri belli anlamlar taşıyor. 5 Nisan’da böylesi bir gün. 

1-7 Nisan tarihlerinde son üç yıldır Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından “Herkes için adalet, adalet için avukat” sloganıyla bir haftalık etkinlikler gerçekleştiriliyor. Ancak etkinliğin bu yıl ki programında da tutuklu avukatlara yönelik hiçbir şekilde yer verilmemesi, tartışılmaması ise dikkat çekiyor. 

 

‘ZULME UĞRAYANLAR SAVUNMASIZ BIRAKILMAK İSTENİYOR’

ÇHD Ankara Şube Başkanı Av. Murat Yılmaz, ÇHD olarak 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutlamayacaklarını vurgulayarak, “Çünkü kutlanacak bir şey yok. Bizler sokakta eylemde olacağız. Bugün Türkiye cezaevlerinde 40 tutuklu meslektaşımız ve 75 avukat hakkında da çeşitli davalar mevcuttur. Avukatlara yönelik ilk saldırı bilindiği üzere başbakanın hedef göstermesinin ardından Abdullah Öcalan’ın avukatlığını üstlenen meslektaşlarımıza yapılmış, son olarak 18 Ocak 2013 tarihinde de ÇHD yönetici ve üyelerine yönelik bir saldırı başlatılmıştır. Bu saldırıların amacı Kürtleri, devrimcileri, ezilenleri, yoksulları, öğrencileri, işçileri savunmasız bırakmaktır” diye kaydetti.

Yılmaz, avukatların tutuklanma sebeplerini şöyle ifade etti: “Bugün tutuklanan arkadaşlarımız, sistemin saldırısı sonucu baskıya uğrayan, tehdit edilen, işkence gören, devletin silahlı güçleri tarafından yaşamına kastedilen, sendikalaştığı için işten atılan, cezaevlerinde keyfi uygulamalar sonucu yaşamları çekilmez hale gelen ve operasyonlarla katledilen tutukluların, devlet tarafından kendisine zulüm yapılan ötekilerin, devrimcilerin, Kürtlerin avukatlığını yaptıkları nedeniyle tutukludurlar.

 

‘EZİLENLERİ, KÜRTLERİ, DEVRİMCİLERİ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ’

Bu saldırıları boşa çıkaracaklarının altını çizen Yılmaz, “Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonrada muhalif kesimlerin avukatlığını yapmaya devam edeceğiz. Bizler ÇHD olarak bu saldırılar karşısında susmayacağız, mücadelemizi kesintisiz bir şekilde devam edeceğiz. Tutuklu meslektaşlarımızı yalnız bırakmayacağız gibi, bu ülkede Kürtleri, devrimcileri, ezilenleri, muhalifleri savunmasız bırakmayacağız. Daha güçlü bir şekilde mücadelemize devam edeceğiz. Bizlere güvenenleri asla yanıltamayacağız. İçerde ve dışarıda mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

 

KANDIRA BAROSU KURULACAK!

Hakkında “KCK üyesi olmak” iddiasıyla açılan davadan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan avukatlardan biri de İHD Ankara Şube Başkanı Av. Halil İbrahim Vargün. 5 Nisan Avukatlar Günü’nün  1958 yılından bu yana 55 yıldır kutlandığını belirten Vargün, “Bugün itibariyle pek kutlanacak bir gün değil, bir arkadaşım arayıp hatırlatmasa hatırlamayacaktım bile. 2013 yılı itibariyle  tutuklu avukat sayısı 45’i aşmış durumda, rekor düzeye ulaşmış.  Bu meslektaşlarımız herhangi bir yüz kızartıcı suçtan tutuklu değiller bizzat mesleklerini icra ettikleri için tutuklular. Çoğu şu anda Kandıra F Tipi Cezaevi’nde, bir kısmı Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklular. Daha doğrusu tutsaklar. Hatta kendi aralarında ‘Kandıra Barosu’nu oluşturmak üzereyiz’ diye şakalaşıyorlar. Avukatlara yönelik ilk toplu diyeceğimiz gözaltı dalgası 2009 yılının Mayıs ayında benim de aralarında bulunduğum 4 avukata karşı Ankara’da gerçekleştirildi. Ardından 2011 yılının Kasım ayında 41 avukat İstanbul’da gözaltına alındı. Son olarak bu yılın Ocak ayında 15 avukat yine İstanbul’da gözaltına alındı. Önümüzdeki günlerde hangi ilde, kaç avukat yine benzer sebeplerle gözaltına alınacak bilmiyoruz” dedi. 

Tablonun pek iç açıcı olmadığını dile getiren Vargün, “Mesleğe başlarken verili sistem sana güvence veriyor, diyor ki; sen istediğin her kişinin avukatlığını üstlenebilirsin, ben sana neden avukatlığını üstlendiğin kişinin avukatlığını yapıyorsun diye sormayacağım. Bunu baştan sana garanti ediyorum. Kısaca sistem tırnak içinde şeytan olarak tanımladığı kişilerin de savunma hakkı var diyor. Ama pratikte kazın ayağı öyle değil. Yargı sisteminin  bir tarafında kamu görevlileri (polis-jandarma, savcı ve hakimler) diğer tarafında kamu hizmeti gören avukatlar var. Kamu göreviyle kamu hizmeti birbirinden farklı tabi. Kamu görevlileri bildiğimiz manada memurlardır yani Çetin Altan’ın meşhur ifadesiyle ‘hazineden geçinenlerdir’. Özünde bağımlıdırlar. Oysa avukatlık kamu hizmeti olarak tanımlanmakla beraber serbest bir meslektir, özünde kimseye bağımlı değillerdir. Avukatlık kamu hizmeti olması dolayısıyla kamu görevlilerinin yararlandıkları bazı ayrıcalıklardan faydalanırlar. Örneğin üstlerini, arabalarını ve konutlarını polis tek başına arayamaz, haklarında soruşturma yürütülmesi için Adalet Bakanlığı’ndan olur alınması gerekir gibi. Aynı zamanda en basit meslek suçundan dolayı Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanırlar. Bu da madalyonun öteki yüzüdür” diye kaydetti. 

 

‘YARGI KENDİNİ BAĞIMSIZ SANIYOR!’

Avukatlığın kamu hizmeti olmasına rağmen kamu görevlileri gibi kamu gücünü kullanamadıklarını, yani devletin şiddet tekelinin bir parçası olmadığına dikkat çeken Vargün, durum böyleyken artık klişeleşmiş “yargı  bağımsızlığı” deyiminin ne anlama geldiği sorusunun önemli olduğunu söyledi. “Hem bağımlı çalışacaksın yani bir patrondan maaş alacaksın hem de o patrona karşı bağımsız olacaksın (buradaki patron tabi ki ‘devlet’ oluyor)” diyen Vargün, şunları dile getirdi: “Böyle bir şeyin olması mümkün mü? Eğer bir işçi işverenine karşı ne kadar bağımsızsa polisler, savcılar ve hakimler de o derece patronları olan devlete karşı bağımsızdırlar. Ortada ilk bakışta işçilerde olduğu gibi işveren anlamında müşahhas bir patron görülmeyebilir ama derinene indiğimizde yargı sisteminde çalışan memurların işçilerden bağımsızlık anlamında daha şanssız olduğunu görüyoruz. Bir tarafta Adalet Bakanlığı’na bağlılar (sürekli bakanlığın müfettişleri geldi gelecek korkusuyla yaşarlar) öte tarafta HSYK dediğimiz bir kuruma bağlılar. En azından işçilerin ekseriyetle tek bir işverenleri var onlar daha şanslılar. Genelde yargı mensuplarının ‘yargı bağımsızlığından’ anladığı hiç kimsenin kendilerine görevlerini yaparken talimat veya telkinde bulunamayacağı, kısaca üzerlerinde hiç kimsenin baskı kuramayacağı şeklindedir. Düşünsenize hakkında yargılama yürütülen bir şahsın onu yargılayan hakim savcı ve ya polis üzerinde baskı kurmak gibi bir düşünceye kapılması düşünülebilir mi? Hem yargılanacaksın hem de seni yargılayanlar üzerinde baskı kurmayı tasarlayacaksın veya buna teşebbüs edeceksin. Yargıçlar, savcılar üzerlerinde baskı kurmayacak daha doğrusu kuracak imkanlardan mahrum vatandaş karşısında değil asıl patronları olan ve üzerlerinde ekonomik/ideolojik olarak her türlü baskıyı kurmaya muktedir olan devlet karşısında ne derece bağımsızlar? Belki bunu tartışmamız gerekiyor.

 

‘SİSTEMİN İŞLEYİŞİ: POLİS SUÇ İŞLER SAVCI KAYIRIR’

Yargıçlar ve savcıların devlet dediğimiz aygıta karşı ne derece bağımsız kalabiliyorsa o derece yargı bağımsızlığından bahsedileceğinin altını çizen Av. Vargün, “Devlet diye ortada somut bir kişi olmadığına göre, yargıçlar ve savcıların bağımsızlığının mihenk taşı nedir o zaman? Geriye tek bir şeyi kalıyor, o da yargıç ve savcıların devlet dediğimiz şeyi temsil eden gerçek kişiler olan bürokratlara, memurlara ve siyasetçilere karşı tutumları. Örneğin istatistiklere baktığımızda haklarında vatandaşlarca kendilerine kötü muamele veya işkence uyguladıkları gerekçesiyle suç duyurusu yapılan polisler hakkında kaç dava açılmıştır? Bunun kaçından ceza çıkmıştır? İnsan Hakları Derneği’nin her yıl yayınladığı istatistikler var örneğin; 2007 yılında  birim olarak 100 kişi hakkında ‘polise mukavemet’ davası açılırken 1,4  polis hakkında ‘işkenceden’ dava açılmış. Bundan 6-7 ay önce bir duruşma arasında duruşma salonunun dışında tartıştığımız yaklaşık 1520 polis, ‘Biz devletiz!’ diye hakim ve savcıların duyabileceği bir şekilde bağırıyorlardı. Aslında doğru söylüyorlardı. Bizzat ismini vermek istemediğim bir savcı bana; ‘vatandaşla memur arasında bir olay olursa biz memuru kayırırız’ diye açık yüreklilikle itirafta bulunmuştu. Sistem kısaca şöyle işliyor” ifadelerinde bulundu.  

Polis veya jandarmanın arama, gözaltına alma, delil toplama gibi yargılamayı ilgilendiren işlemlerin yüzde 90’ını, hatta iddianamenin esas taslağını oluşturan fezlekeyi hazırladığına vurgu yapan Vargün, “Savcılar bizim işimizi bunlar yapıyor deyip onların her talebini sorgusuz sualsiz yerine getiriyor. Röportajı anılarımla boğmak istemiyorum ama çarpıcı olduğu için ifade etmek istiyorum. Bir savcılık ifadesi aşamasında savcı gözaltına alınan şahsa hiçbir delil olmadığı için soracak soru bulamadığında bana dönüp; ‘avukat bey bu şahsı kim gözaltına aldı?’ diye garip bir soru yöneltti. Kısaca savcı sorgusuz sualsiz polisin gözaltına alalım dediği her şahsı gözaltına alıyor. Gözaltına alınan şahıs karşısına getirildiğinde de ben bu şahsı niye gözaltına aldırdım diye garip garip düşünüyor!” dedi. 

 

‘KATİLLER DIŞARIDA AVUKATLAR İÇERİDE’

1993-95 yılları arasında Cizre’de sivillere yönelik katliamda bulunmaktan yargılanan ve kamuoyunda “Temizöz davası” olarak bilenen davada 7 sivili öldürmekten yargılanan korucubaşı Kamil Atağ’ın birkaç ay önce tahliye edildiğini belirten Vargün, “Ama bir karıncayı bile incitmeyen İHD Genel Başkan Yardımcısı, meslektaşımız Av. Muharrem Erbey’in 4 yıldan beri tutukluk hali devam ediyor. Ben burada 1920’li ve 30’lu yıllardaki Alman yargısının çifte standardının aynısını görüyorum. Katiller dışarıda avukatlar içeride.

1933 yılında nasyonal sosyalistleri seçimle iktidara getirenlerin o dönemde Almanya’da yaşanan ekonomik krizin en fazla olumsuz etkilerini yaşayan işsizler ve lümpen proletarya olduğunu söylenir. Bir yanıyla doğrudur ama eksiktir, temelinde esas olarak gerici sermaye yatmaktadır. İlerici bir sermaye var mıdır, o da tartışılır tabi. Bu tespitte kısmen eksiktir. Daha eskilere gitmek gerekir. 1922 yılında Hitler ve ekibi başarısız bir darbe girişiminde bulunur ve yakalanırlar. Haliyle o dönemdeki Alman ceza mevzuatına göre bu suçun  cezası minimum 5 yıldır. Ancak Hitler ve ekibi o dönemdeki yargıçlarda yaygın görülen nasyonal sempatizan eğilimler nedeniyle 10 ay gibi bir cezayla adeta yırtarlar. Oysa benzer nedenlerle Alman yargıçların karşısına çıkan sosyalistler, liberaller en ağır cezalarla yargılanırlar. Dönemin tarihçileri, ‘eğer başarısız darbe girişiminden dolayı Hitler ve ekibine ağır bir ceza verilmiş olsaydı tarihin döngüsü bu şekilde olmaz Almanya ve dünya bu kadar büyük bir acı yaşamazdı’ derler” dedi. (Kaynak: ANF, İbrahim Açıkyer)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu