Makaleler

İŞTE DEVLET! ŞEFAAT-İNŞAAT-İSTİMDAT

1990’lı yıllarda bazı televizyon programlarında sıklıkla sorulan bir soruydu: “Nerede bu devlet?” Programın sunucusu (ki genellikle ünlü biridir) çeşitli adli-ticari (söylemeye gerek yok siyasi olmayan) nedenlerle mağdur olmuş kişilere mikrofon uzatarak feryat ettiriyordu. Bu tür programlar bir yandan halkın gözünde devletin gerekliliğini, “meşru”luğu yeniden üretirken, diğer yandan halkın tepkisinin çarpıtarak manipüle edilmesine de hizmet ediyordu.

Son dönemde yaşanan kimi gelişmelerde, halkın bu sorusuna yanıt olacak ayrıntılar bulunuyor. Hatırlanırsa yaz aylarında Afyon’da bir cephanelikte yaşanan patlamada ölen onlarca asker sonrasında Afyon Valisi, Genelkurmay Başkanı’na kilim hediye etmiş ve bu, “rutin devlet görevi” olarak tanımlanmıştı. Bu rutin işlemlere işkenceci bir polisin (SSA) İstanbul Terörle Mücadele Müdürü olarak atanmasından ve onun bizzat Başbakan tarafından “yedirmem” denilerek sahiplenilmesinden sonra, geçtiğimiz hafta devletin nerede olduğuna dair “güzide örnekler” sergilenmeye devam edildi.

Hatırlanacağı üzere kamu başdenetçiliği (ombudsmanlık) olarak adlandırılan bürokratik göreve Mehmet Nihat Ömeroğlu adında biri atandı. Böyle bir göreve atanan bürokratın sıradan birisi olmaması gerekiyordu! Nitekim adı geçen memur, 2006’da Yargıtay üyesi olduğu dönemde Hrant Dink’i “Türklüğe hakaret”ten mahkum eden kararı onayan kişi çıktı! Bu da yetmez tabii ki! Adı geçen şahıs bu gerçeğin ortaya çıkmasından sonra basına verdiği mülakatlarda da bu kararın arkasında durmakta bir beis görmedi. Devlet ise kendi evladına sahip çıkmakta tereddüt etmedi! Kendisi şimdi devlet görevinin başında.

Ama bu da yetmez. “Nerede bu devlet” sorusuna en iyi yanıt, Roboski’de Kürt köylülerinin üzerine bomba yağdırırken verilmişti verilmesine ama üstüne bir de madalya vermek gerekirdi. Nihayet 34 Kürt köylüsünün uçaklarla bombalanarak öldürüldüğü Roboski katliamının sorumlularından Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten’e, 28 Kasım’da TSK Şeref madalyası verildiği açıklandı.

İşte devlet burada! Halkı katletmekte ve üstelik de “tanırım iyi çocuktur”larına yeni görevler ve madalyalar eklemektedir. Nasılsa hakim sınıflar için bunlar rutin devlet işleri… Ne demişti bir büyük Türk büyüğü(!): “Devlette devamlılık esastır.” Onların devamlılığı, bizlere katliam, baskı, gözaltı, tutuklama, açlık ve yoksulluk olarak yansıyor.

Suriye’ye Emperyalist

Müdahalede Yeni Hamleler!

Devlet bir yandan kendi halkına yönelik saldırılar içindeyken diğer yandan komşu halklara da saldırganlıktan imtina etmiyor. Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlıkta oynadığı aktif taşeronluk rolünü artık daha açıktan oynuyor. Her ne kadar bu durum faşizmin “ileri demokrasi” ile yönetilen versiyonunun (!) burjuva-feodal basınında doğru dürüst haber olmasa da Amerikan gazetelerinde yer alan haberlerde görülüyor. Aralık ayının ilk haftasında Türkiye’de yapılan toplantılarla Suriye’deki savaşa müdahale edilmeye çalışıldığı yazılıyor.

Nitekim New York Times’tan Neil MacFarquhar ve Hwaida Saad’ın haberine göre, Suriye’deki silahlı muhalif çeteleri, Hür Suriye Ordusu (HSO)  çatısı altında birleştirmek için çaba sarf edildiğini yazarken; bu toplantıların yapıldığı yerin Antalya’daki Rixos Oteli olduğunu bildiriyorlar. Haberde ayrıca bu toplantının Katar ve Suudi Arabistan’dan gelen “birleşirseniz daha gelişkin silahlar temin ederiz” baskısıyla yapıldığı ve toplantıya Türk istihbaratından da üst düzey yetkililerin katıldığı belirtiliyor. Antalya’da 3 gün boyunca süren bu toplantılara çoğunluğunun Suriye içinden gelen 263 civarında HSO’lunun katıldığı yazılırken; toplantılar sonucunda 30 kişilik bir “Yüksek Askeri Konsey”in seçildiğini, başına da “Genelkurmay Başkanı” sıfatıyla Salim İdris’in oybirliği ile getirildiğini belirtiyorlar. Haberde ayrıca emperyalistlerin Suriye muhalefetinin ağır silah ve füze taleplerinin bugüne kadar El Kaide endişesi nedeniyle temkinli yaklaştıklarını ancak kurulan Yüksek Askeri Konsey aracılığıyla silah yardımı sözü verdiklerini de yazıyorlar.

Yapılan bu toplantıda Türkiye dışında ABD, İngiltere, Fransa ve Katar’dan da temsilcilerin olduğu iddia edilirken, HSO’dan bir komutanın NYT gazetesine “ne istedilerse kabul ettik çünkü bize her şeyi vaat ettiler” dediği de belirtiliyor.

Suriye’ye yönelik saldırganlıkta böylesi somut adımlar atılırken ABD emperyalizmi de Suriye muhalefetini resmen tanıdığını açıkladı. Türkiye’de yapılan toplantının hemen ardından yapılan bu açıklamadan sonra ise, 12 Aralık’ta Fas’ın Marakeş kentinde Suriye Dostları Konferansı’nda, 130 ülke Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’nu (SMDK) ülkenin yegane meşru temsilcisi olarak tanıma kararı aldı. Atılan tüm adımlar önümüzdeki süreçte emperyalist klikler arasında Suriye konusunda (ve Esad şahsında somutlanan) yaşanan dalaşın yeni boyutlar alacağını gösteriyor.

Bölgede ve özellikle de Suriye konusunda aktif ve öncü rol oynamaya soyunan ama gelinen aşmada ise desteğini sunduğu kimi grupların ABD tarafından terörist ilan edilmesiyle ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette ortada kalan Türk hakim sınıflarına ise Antalya’da toplantı düzenlemek, Patriot füzelerine Maraş’ta yer göstermek kalıyor. Oyunda başrol oynamaya soyunmaktan yer göstericiliğine düşmek acı olmakla birlikte Türkiye’nin yarı-sömürge, yarı-feodal yapısına uygundur.

Devlette Devamlılık Esastır; Saldırılar Sürecek!

Uygundur, çünkü ülkemiz hakim sınıfları olan komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları iktidarlarını ve sınıf çıkarlarını idame ettirmek için hem komşu halklara hem de Türkiye halkına yönelik saldırganlıklarını devam ettirmek zorundadırlar. Bu bir “dostlar alışverişte görsün”, “olsa da olur olmasa da olur” tavrı değildir. Bu bir sınıf tavrıdır. Yoksa kendi kendilerini inkar etmek zorundadırlar.

Çünkü ülkemiz demokratik devrimini yapamamış bir ülke olarak, emperyalizmin yarı-sömürgesi statüsünde yarı-feodal üretim tarzını yeniden ve yeniden üreten bir sosyo ekonomik yapıya sahiptir. Bu durum ise beraberinde TC’nin kuruluşundan günümüze kadar altyapıdaki bu ekonomik yapının üst yapıdaki faşist yönetim biçimini açıklar. Günümüzde “ileri demokrasi” ile içte ve dışta saldırganlığın temelini bu zemin oluşturmaktadır. Devlette süreklilik esastır!

Örneğin Mc Kinsey Global Institute’nin yayımladığı bir raporda imalat sanayinin brüt katma değerinin toplam milli gelir içindeki payının hesaplanmasıyla ortaya çıkan listede Türkiye yer almıyor. (Güven Sak, Radikal, 11 Aralık 2012 syf 25) Türkiye 1980 yılında bu listede değilmiş, 1990’lı yıllarda (neo-liberal politikalarında etkisiyle olsa gerek) listede 13. sırada yer bulduğu, 2000 yılında 15. sıraya gerilediği, 2010’da ise listeden düştüğü ifade ediliyor. Bu listenin anlamı şudur. Bir ülke ekonomisi kendi başına ya da emperyalist sermayenin kompradorluğu doğrultusunda meta ürettiği oranda kapitalist pazarda yer bulur.

Türkiye en başından beri kendi ayakları üzerine duramayan ve bu anlamıyla sanayileşmemiş ama emperyalist sermayenin boyunduruğunda komprador kapitalizmi yani yedek parçaya dayanan imalat sanayini geliştiren bir ekonomik yapıya sahipti. Bu ekonomik yapı bir yandan komprador kapitalizmi, diğer yandan ise yarı-feodal üretim ilişkilerini yeniden üretiyordu.

Türkiye burjuvazisi imalat sanayinin yerine kendisine daha çok kâr getirecek alanlara yönelmiş görünüyor. AKP hükümeti dönemindeki inşaat sektörünün atılımı bunu gösteriyor. Artık bir yandan emperyalist sermayenin mali boyunduruğu (borsanın rekor üzerine rekor kırması boşuna değil) diğer yandan ise özellikle Petro-dolar sermayesinin ülke içinde toprak rantına dayanan yatırımları ön plana çıkmış görünüyor. Kentsel dönüşüm saldırısını bir de bu bu temelde değerlendirmek gerekir.

Ülke ekonomisi emperyalizme bağımlı imalat sanayinden emperyalizme bağımlı mali ve toprak rantına ve buna bağlı olarak demir ve çimento sektörlerine kayıyor. Bu durum bir yandan hizmet sektörüyle birlikte ele alındığında ekonomide sanal bir canlılık görüntüsü verirken, diğer yandan ise emperyalizme bağımlılığın (yarı-sömürgeliliğin) ve yarı-feodal üretim tarzının yeniden üretimi anlamına geliyordu.

Bir Kızılderili eski sözünden feyz alıp hatırlatmak gerekir ki, hakim sınıflar “binaların yenmediğini” çok geçmeden anlayacaklar! İşte o zaman devlette süreklilik kesintiye uğrayacak! Önce şefaat şimdi inşaat diyenler sonra istimdat edecekler!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu