GüncelManşet

ATİK tutsağı Müslüm Elma: “Gün yakınma, sızlanma günü değildir”

H. Merkezi: Kamuoyunda “Münih Komünistler davası” olarak bilinen Almanya federal ceza kanunun 129 maddesinin b bendinden, “yurtdışında bir terör örgütü üye ve yöneticisi” olmak suçlamasıyla yargılanan, içinde ATİK yöneticilerinin de bulunduğu 10 devrimcinin duruşmaları sürüyor. Duruşmaları süren 10 devrimciden Müslüm Elma, 7 Kasım günü görülen celsede HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile HDP’li 8 milletvekilinin tutuklanmasına ilişkin mahkeme heyetine dilekçe sundu.

Müslüm Elma sunduğu dilekçede, tutuklamaları kınayarak, “Faşist Türk Devletine karşı direnmek bir haktır. Asla ‘terörizm’ değildir. Gün yakınma, sızlanma günü değildir. Gün ezilenlerin haklı ve meşru mücadelesine omuz verme günüdür. Gün egemenlerin haydutlar hukukuna, zindancı politikalarına karşı sonuna kadar direniş şiarıyla yürüme günüdür” ifadelerini kullandı.

“Devlet terörüne karşı direnmek bir haktır”

Müslüm Elma, duruşmaya çıktıkları ilk günde beri “Bu dava hukuki değil, siyasidir” dediklerini hatırlatarak başladığı dilekçesinde, şu ifadelere yer verdi:

Devlet terörüne karşı direnmek bir haktır. Haksızlığa, hukuksuzluğa, her türlü ahlaksızlığa baş vurmayı devlet politikası haline getiren bir sisteme karşı mücadele etmek, insan olmanın, insanlığın ilerici-devrimci değerlerini sahiplenmenin bir gereği olduğunu ifade ettik.

Bugün faşist Türk Devletine karşı mücadele eden başta Kürt halkı olmak üzere, devrimciler-sosyalistler, aydınlar, alevi mezhebine mensup olan halkımız, kısacası tüm ezilenler bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle hareket ediyorlar. Bu haklı ve meşru mücadelenin tarihi yeni değildir. Çünkü TC kurulduğundan beri ezilen uluslara, azınlık milliyetlere, suni İslam dışındaki dinlere-mezheplere hayat hakkı tanımamıştır. Tek vatan, tek dil, tek millet, tek bayrak, tek din Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin ta kendisidir. Şimdi tüm bu teklere birde çeteci devletin başı Erdoğan’ı eklemeye çalışıyorlar. Çetebaşı diyoruz; çünkü Türk Devleti artık en geri bir burjuva devleti olma niteliğinden de uzaklaşmıştır. Göstermelik Türk Parlamentosu daha da işlevsiz hale gelmiştir. Halkın iradesiyle seçilen ve milyonlarca oy alan HDP’li vekiller çeteci devletin başı olan Erdoğan’ın talimatıyla gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Yargı kurumu dünde bağımsız değildi. Ama bugün tamamen sarayda oturan çetebaşının oyuncağı haline gelmiştir

“TC kurulduğundan beri, Kürdü yok saydı, yok sayılmaya itiraz edeni de yok etti”

Türk Devletinin kuruluşu Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürtlerin inkar tarihiyle eşittir. Biz varız, ulusal demokratik haklarımızı kullanmamız bizim en doğal hakkımızdır diyen Kürtler ya kurşunlara hedef oldu, ya da hapishanelere konuldu. Özet olarak; TC kurulduğundan beri, Kürdü yok saydı, yok sayılmaya itiraz edeni de yok etti, sindirmeye çalıştı. Bu tarihsel süreç içinde dünyanın gözleri önünde onbinlerce Kürt katledildi. Yerleşim alanları yakılarak, göçe zorlandılar, sürgünlere tabi tutuldular.”

“Milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan süreç, on yılların ürünü olan sistemleşmiş devlet terörünün yeni bir halkasıdır”

Türk Devleti genel manada demokratik alanda, yani legal bir zeminde faaliyet yürüten ilerici-devrimci yasal partilere, kitle örgütlerine karşı tam bir devlet terörü estirdi, estirmeye de devam ediyor. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin hem öncesinde hem de sonrasında Halkların Demokratik Partisi’nin onlarca üyesi saldırılara, tutuklanmalara maruz kaldı. Emekten, özgürlüklerden yana olan farklı seslere asla tahammülü olmayan Erdoğan’ın talimatıyla Halkların Demokratik Partisinin Eş Genel Başkanları Sayın Figen Yüksekdağ, Sayın Selahattin Demirtaş ve diğer HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan süreç, on yılların ürünü olan sistemleşmiş devlet terörünün yeni bir halkasıdır. Ağırlıklı olarak Kürt seçmenlerinin oylarıyla Parlamentoya giren Kürt vekillerinin tutuklanması da ilk değildir. 1994 yılında da bazı Kürt vekiller Parlamentoda gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde zorbalıklar benzer nitelikte bir tekrarı içeriyor. Aradan yıllar da geçse zorbalığa kilitlenmiş faşist zihniyet uygulamalarını tekrarlayıp duruyor.

“Türk Devleti legal, barışçıl olan her türlü demokratik faaliyete düşmandır”

HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile milletvekillerinin ortak savunmasından kesitlere dilekçede yer veren Elma şu şekilde devam etti:

Erdoğan ve çetesi sınırlı olan hakkı-hukuku ve özgürlükleri giderek sıfırladı. Yaşam ve iş güvencesini yok etmeye devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamaların, iş yerlerinden atılmaların giderek yoğunluk kazanması bunun en somut ifadesidir. Tüm bunların arkasında yargısız infazların, gözaltında kaybedilmelerin gündeme gelmesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Türk Devleti legal, barışçıl olan her türlü demokratik faaliyete düşmandır. Türkiye’de illegal faaliyetlerin gündeme gelmesi, bu yasakçı zihniyetin doğal sonucudur. Düşünce özgürlüğüne düşman olan bir devlet, duyduğu her farklı sese karşı yargı kurumlarını harekete geçirmekte gecikmemektedir.

Son dönemlerde başta yurtsever Kürt basını olmak üzere, tüm muhalif basın bir kuşatma altındadır. TV’lerin, radyoların, yazılı basın kuruluşlarının kapılarına kilitler vurulmaktadır. Kemalist bir çizgide yayınını sürdüren Cumhuriyet Gazetesinin dokuz yönetici ve yazarını da DAİŞ ve PKK propagandasını yapma gerekçeleriyle tutuklanmışlardır. Bu iddialar üzerinde durmak ve tartışmak dahi gereksiz ve anlamsızdır. Ama ‘teröris’“ tanımlamaları, ‘teröre’ yardım iddiaları emperyalistler ve Erdoğan gibi ahlaksız uşaklarının saldırıları için vazgeçilmeyen yalanlardır.

Avrupa çeteci devletin bir dizi suçuna ortak!

Türk Devleti kurulduğundan itibaren Suni İslam dinini esas almıştır. Diğer dinlere ve inançlara karşı düşmanca davranmıştır. Sözgelimi; farklı bir mezhep ve inanca sahip olan Aleviler Türk Devletinin baskılarından-zulmünden hiç kurtulamamışlardır. Çeteci Türk Devletinin başı olan Erdoğan, ulusal-dinsel-mezhepsel temelde çelişkileri kaşıma, bu eksenli çatışmaları derinleştirme politikasını Ortadoğu’ya, yani bölgesel çapta bir alana taşıma çabası içindedir.

Türk Devleti, uyguladığı tüm bu baskılar, yıllardan beridir dağ başlarında, sokaklarda, hapishanelerde sürdürdüğü cinayetler yetmiyormuş gibi, şimdi de çeteci devletin başı Erdoğan’ın talimatıyla yeniden idam cezasını gündemleştirme çabası içindedir. Erdoğan’ın katılmış olduğu miting alanlarında ‘idam istiyoruz’ sloganları yükselmektedir. Bunun teşvik edicisi olan Erdoğan, Türk Parlamentosunda da önemli oranda destek almış durumdadır.

Tüm bu yaşananlar Batı Avrupa merkezlerine ve sokaklarına nasıl yansıyor? Hiç şüphesiz ilerici-devrimci ve duyarlı olan tüm güçler bu gelişmelerden kaygı duyuyor. Soruna insani değerler değil, emperyalist çıkarlar açısından bakan devletler ise; sözde kamuoyunda oluşan bu kaygıları paylaşır nitelikte açıklamalar yapsalar da, özde bu çeteci devletin bir dizi suçuna ortaktırlar. Faşist Türk Devletinin saldırılarına karşı direnme hakkını kullanan devrimcilerin-sosyalistlerin Alman mahkemelerinde yargılanmalarının başka bir açıklaması olabilir mi?

TC-Alman işbirliği!

TC-Alman devletinin işbirliğine dair 4 Kasım 2016’da Hürriyet Gazetesi’nde çıkan R.T.Erdoğan’ın “…Alman Bakan, terör örgütlerini destekleyen gazetelere yönelik operasyonları kastederek, ‘gelişmeleri kaygıyla izliyoruz’ demiş. Şimdi bizde Almanya’nın bu yaklaşımını, onun ürünü olan uygulamaları kaygıyla, hatta dehşetle izliyoruz. Eyy Almanya, Sayın Merkel’e 4 bin dosya verdik. Daha sonra İstanbul’daki son görüşmemizde ‘Sayın Şansölye ben size dört bin dosya vermiştim, bu teröristlerle alakalı, bunların akıbeti ne oldu?’ dedim. Bana verdiği cevap enteresandı, ‘O dosyaların sayısı 4 bin 500 oldu’” ifadelerine yer veren Elma, “Hatırlanacağı gibi baştan itibaren bu operasyonların Faşist Türk Devleti ve Alman Devletinin ortak yapımı olduğunu söylemiştik” dedi.

Erdoğan’ın bu cümlelerinin itiraf niteliği taşıdığı ifade edilen dilekçede, “Tüm bunlar yaşanırken hala kimi Alman Devletinin politikacıları ‘biz Türkiye’deki gelişmelerden kaygı duyuyoruz’ diyor. Diğer yandan kaygıların kaynağı olan devlet terörüne karşı mücadele eden Türkiye devrimcileri-sosyalistleri tutukluyorlar. Doğrusu merak ediyoruz. Bizlerin dosyası çete başının verdiği dosyalar arasında mıydı, yoksa Merkel’in vermiş olduğu hediyelik dosyanın içinde miydik? Bunu açıklama görevi de iddia makamına düşüyor. Artık Erdoğan’ın açıklamalarının da davayla bir ilgisi yoktur, deme şansınız yoktur. Bu davanın ta kendisi. Çünkü senaryonun hazırlık sürecine tekabül ediyor” ifadelerine yer verildi.

Belçika Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara savaş açıldı

Bu süreç içinde davamızla da bağlantılı olduğunu düşündüğümüz bir başka gelişmede Belçika’da yaşandı. Burada sözünü ettiğimiz bağlantı, mücadelemizin haklılığı-meşruluğu anlamındadır” şeklinde devam eden dilekçede Yeni Özgür Politika Gazetesi’nde 4 Kasım’da yayımlanan habere yer verildi. Belçika’da Kürt siyasetçiler ve Kürt kurumları hakkında ‘terörizm‘ suçlamasıyla açılan davanın düştüğü belirtilen haberde Belçika yargısının “Türkiye’deki durum silahlı mücadele kapsamındadır. Belçika’daki terör yasaları kapsamında yargılama yapılamaz” ifadeleri yer alıyor. Brüksel Mahkemesi Kürt televizyonlarına yönelik ‘terör örgütü kurumu‘ iddialarını da kabul etmeyerek, Kürt basın kurumları hakkındaki iddiaların yargılama konusu yapılmasının ifade özgürlüğünü ihlal anlamına geleceğini belirtiyor.

Elma bu kararın özünü, “direnme hakkının kabulü” olarak nitelediği dilekçesinde, “Karşı devrimci şiddetin devrimci direnişi zorunlu kıldığı gerçeğinin anlaşılmasıdır. Geç de olsa, hatta bundan sonra bu kararla ciddi itirazlar da olsa, Avrupa coğrafyasında bir mahkemede böyle bir kararın çıkması, karanlığın içinde zayıf da olsa bir ışığın görülmesi anlamına gelir. Nitekim faşist Türk Devletinin sözcüleri, ortaya çıkan bu cılız ışığı, yaslandıkları karanlığın gücüyle saldırdılar. Türkiye’de güdümlerinde olan yargı kurumun verdiği kararları ‘Bağımsız yargının kararıdır, saygı gösterin’ diyen bu Ortaçağ zihniyetin temsilcileri, bir anda Belçika Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara savaş açtılar” dedi. Dilekçede son olarak şu ifadeler kullanılıyor:

“Suç ortaklığına son veriniz”

Direnme hakkını yok sayanlar, karşı devrimci şiddetin devrimci direnişi zorunlu kıldığı gerçeğini görmeyecek kadar problemli bir bakış açısına sahip olanlara söyleyeceğimiz tek söz; sizin varlığınız tüm dikta rejimlerinin biraz daha uzun ömürlü olmasına katkı sunuyor. Dolayısıyla bu suç ortaklığına son veriniz.

Sonuç olarak; HDP Eş Başkanları Sayın Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere diğer sayın HDP’li milletvekillerine, Belediye Eş Başkanlarına, partilere yapılan saldırıları-tutuklamaları kınıyoruz. Faşist Türk Devletine karşı direnmek bir haktır. Asla ‘terörizm’ değildir. Gün yakınma, sızlanma günü değildir. Gün ezilenlerin haklı ve meşru mücadelesine omuz verme günüdür. Gün egemenlerin haydutlar hukukuna, zindancı politikalarına karşı sonuna kadar direniş şiarıyla yürüme günüdür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu