Makaleler

Hewal Karker Kobanê’ye…

Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar/Her milli bahriyede, her kilometrede dostum ve düşmanım var./Dostlar ki bir kere selamlaşmadık/Aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.” (Nazım Hikmet Ran)

Eminim ki hepimiz, devrimci olduğumuz için kendimizi çok şanslı saymışızdır. Devrimcilik hayatın bize sunduğu bir armağandır. Ve onu en güzel yapan yanlardan biri de, hiç tanımasak bile aynı sevdayı, aynı kavgayı, aynı hüznü ve umudu, aynı işleri ve düşleri, aynı kitapları ve ufukları paylaşmaktır.
Zindanda, hele de tecrit koşullarında ve uzun bir tutsaklıkta bu, paylaşma olasılığı çok azdır diye düşünülebilir. Ama bu pek doğru değildir. Küçük bir şey, mesela yazılan birkaç satır, yapılan bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır. O sadece yazılan, yapılan şey değildir. Onda bir ruhu, bir ideolojiyi bir insanı okumak mümkündür. “Zerrede kainat gizlidir” sözünü doğrular hayat ve bir kez daha o içten, güzel, derinden duyumsanmış şarkıdaki gibi haykırmalı, “hayat sana müteşekkirim”! Böyle güzel yoldaşlar için, bunu demek istersin.
Ben de böyle güzel duygu ve düşünceler oluşturan Hewal Karker Kobane ile tanışmamız onun güzel yüreği sayesinde oldu. Daha doğrusu tanışmaktan da öte tanıma fırsatım oldu ve geriye “iyi ki tanımışım”, “ iyi ki var oldun” dedirten anılar ve miras bıraktı.
Geçti
ğimiz aylarda Gündem Gazetesi’nin arka sayfasındaki bir haberde fotoğrafı vardı Hewal Karker’in. O beyaz saçlar ve o derin yüz çizgileri, kamuflaj elbisesi ve elindeki bir demet kır çiçeği ile tezatmış gibi görünen muhteşem bir uyumla hepimizi çok etkilemişti. Devrimin yarattığı insanın fotoğrafıydı o ve yeni insanın yarattığı devrimin fotoğrafı.
İşte içimizi büyük bir saygı ve coşku ile dolduran H. Karker’in bu derin anlamlı, büyüleyici fotoğrafını 28 Haziran’da ikinci kez gördük gazetede. Ama bu defa içimize derin bir acı saldı. 25 Haziran’da IŞİD’in Kobane’ye saldırısında şehit düştüğü yazıyordu. Haberi okudukça gözyaşları daha hızlı akmaya başladı. H. Karker’in adı yazıyordu: Rıfat Horoz! Zihnime anılar hücum etti. Meğer daha önce tanışmışız bu güzel yüce gönüllü yoldaşla. Hemen kitapları, mektupları karıştırmaya başladım; onun  ruhu, eli, izi, sesi ile dokunduğu kitaplar, kartlar bulup çıkardım.
Hep Haziran’da kesişmiş yollarımız
Haziran’
ın son günleriydi, yıl 2013… Gezi direnişi sarıyor, sarsıyordu her yeri. Biz içeride bol sansürlü TV ve gazetelerden takip etmeye çalışıyorduk.  Sansürlerden aşıp gelen, o devasa, tarihi günlerin küçük özetleriydi adeta ama yine de yüreğimizi, beynimizi, tüm hücrelerimizi; öfke, coşku ve heyecanla ayağa kaldırmaya yetiyordu. Ve oralarda olamadığımız için kahrolmamıza da. Devrim provalarını televizyondan izliyorduk. Tam o sıralarda havalandırmadaki bir tutam minik otu gardiyanlar tekmeleyip yolmuştu. Bu bizim küçük Gezi’mizdi. Gezi Ayaklanması ile bu olayı bağdaştırıp bir yazı yazmıştım; “Hapishanede Gezi/Her Dem Yeşil” başlığıyla.
Ondan tam bir yıl sonra, 2014’ün 12 Haziran’da adıma koli geldiğini söyledi gardiyanlar. Koliyi görünce şaşırdım. Gönderenin ismi olarak Rıfat Horoz yazıyordu, şehir ise Gebze/Kocaeli. Ama ben ne bu ismi ne de orada birini tanıyordum. Koli açılınca şaşkınlığıma kocaman bir sevinç de eklendi. İçerisinde saydam bir dosyalık dolusu kurutulmuş minik, kırmızı harika çiçekler ile aralarına serpiştirilmiş kuru iğde yaprakları -ki çocukluğumdan ve gerilla yaşamımdan kalan çok güzel çağrışımlar yapar bende- iğde kokusu- vardı. Ve bazı dergilerle bir kart. Kartı ve dergileri sonra vereceklerdi bana. Çiçekler ise zaten yasaktı! Ama dokunmak yasak değil ya! Avucuma aldım bir tutamını, derin derin içime çektim. Bir çiçeği görmeyeli, ona dokunmayalı ne çok zaman olmuştu, hele iğdeye… Çiçek yasaktı ama bunu gönderenin de bunu bile bile gönderdiğine emindim. Madem yasaklar onu vazgeçirmemiş, “zaten verilmiyor”  dedirtmemiştir, ben de “zaten yasak” demeyip onun bu anlamlı eylemini tamamlayacaktım. Çiçeklerin bir tutamcığını gizlice almayı başardım. Böylece sadece beni değil, beraber kaldığım diğer arkadaşları da mutlu etmiş oldu Hewal Rıfat. Akşam kart ve dergiler gelince mesele anlaşılır oldu. Dergi “Hapishanede Gezi” yazısının olduğu bir dergiydi ve kartta da o yazıya göndermeler yapan ince, şevkatli sözler vardı.  Yalnız bu da değil, dergi bir önceki yılın dergisiydi ama bu nazik, sevecen, tanımadığım yoldaş onu bulmuş ve çiçeklerle beraber onu Gezi’nin yıldönümünün yaklaştığı günlerde göndermişti.
Kartında şunları yazmıştı Rıfat Hewal: “Merhaba Hewal Deniz ve Zozan Hewal, merhaba dörtler (aynı hücrede dört arkadaş kalıyorduk). Komünler kuruluyor, karpuzlar ekiliyor. Ana tanrıça kültürü neolitik çağ sizinle yeniden inşa ediliyor. Selamlar saygılar tüm yoldaşlara. Rojbaş… (Çiçekleri) Ellerimle doğadan toplayıp sizin komüne ulaştırmaya çalıştım. Hoşça kalın. Rıfat Horoz”
Bu kısa kartı defalarca okuduk. Çok duygulandırıcıydı. Yazdığı beş satır değildi o; çok daha güçlü, içten, sıcak, “biz” olan, bizim olan değerlerin, yoldaşlığın saf, berrak hali olan içten bir ilgi, paylaşım, empati gücü vardı orada. Kağıt, mürekkep, sözcükler değil bir yoldaş vardı. Her aşaması ince bir duyarlılık ve emekle gerçekleştirilmiş sevecen bir ruh vardı. Sadece bu kadar da değilmiş, sonradan öğrendim ki gönderdiği çiçekler de sardunyaymış. Yazıda geçen Can Yücel’in “Sardunyaya Ağıt” şiirine atfen, özellikle sardunya seçmiş, aramış toplamış meğer. Bir kez daha derinden bir sevinçle saygı duydum, adını bile o güne dek duymadığım bu yoldaşa.
Ben de hemen ona yazdım. Sürpriziyle bizde yarattığı duygular ve teşekkür için. Kendi yaptığım elişi bir kardan adamı paylaştım. Merakla cevabını bekledim.
Aradan bir ay geçmişti. Bu sürede biz ağırlaştırılmış müebbet “cezamız” onaylandığından hücrelere alınmıştık. Tek ve tecride tutulduğumuz; yani yoldaşa, dosta, insana, hatta bir canlıya özlemin en yoğun olduğu, onların değerinin daha derinden duyumsandığı, arandığı, anımsandığı, hasretinin çekildiği, daha farklı ve yeni anlamlar yüklendiği koşullardaydık. Tam bu sırada yine o çaldı kapımızı, yine koli ile içinde beş kitap, ceviz kabuğundan yapılmış zarf işlemeleri emek yüklü el yapımı bir anahtarlık ve bir kalem… Ama kart ve mektup yoktu! Nasıl olur? Almadı mı mektubumu acaba? Neden yazmadı ki?  Sayısız soru geçti aklımdan. Koliyi, kitapları defalarca kontrol ettirdim ama yoktu ne yazık ki. Günler sonra kitaplar bana verildiğinde çocuklar gibi sevindim çünkü mesajını kitaplara yazmış. Hewal Rıfat kart, mektup yazmamıştı ama o emek yüklü jestleri, mesajları, kitap tercihleri bir kartın anlatacağından çok daha fazla şey anlatıyordu ona dair.
Seçti
ği kitaplar tarih, felsefe, savaş ve edebiyat üzerineydi. Özenle seçilmiş bilerek tercih edilmiş oldukları anlaşılıyordu. Kitapları seviyor demiştim.  Bilgiyi bilmeyi seviyordur. Bilgi sevgidir zaten ve bilgi sevgiyi doğurur. Ve bilgeliği doğurur… Hemen kitapları karıştırmaya başladım. Evet oradaydı! Her kitaba ismini yazmıştı Rıfat Yoldaş ve iki tanesine mesaj: “Özgür yarınlarda buluşmak umuduyla Deniz Tepeli şahsında tüm yoldaşlara selamlar saygıları bir borç bilirim. Rıfat Horoz 14 Temmuz 2014” diyordu birinde. Diğerinde ise “14 Temmuz direnişi ruhuyla hepinize selamlar saygılar. Hoşça kalın. Deniz Tepeli ve arkadaşları.”
Mütevazılıği, seçtiği tarih, direniş vurgularıyla yüklü ifadeleri etkileyiciydi. Su ne kadar duruysa içi o kadar net görünüyor ya, onda işte bu yalın cümlelerde, onun içini derinliğini görüyorduk. Birinin ön sözünde, “Devrim mücadelesi ya güvene dayalı, samimi ve alçak gönüllüce ya da teorik öze ve ideolojik yetkinliğe yüksek bilinç çabasıyla bilerek katılımı gerektirir. Ama en büyük değer ifade edeni ise bu iki tarzın dengeli uyumu ile katılım göstermektir” deniyordu. Bu sözler ne çok onu anlatıyormuş. Bunu öğrenmem bir yıl sonra, gazetedeki o acı haberle olacaktı. 14 Temmuz tarihli bu gönderilerine ben de cevap yazmış, fakat ondan bir daha cevap ya da haber alamamıştım. Ama hep merak ettim. Merakımın gazete haberi ile cevaplanacağını nerden bilebilirdim ki.
Sevgili Rıfat Yoldaş, önce Riha’ya ardından Kobanê’ye gitmiş. Giderken evini Kobanêli bir aileye bırakarak. Kim bilir belki de 14 Temmuz tarihli o direnç, mücadele ruhu taşan satırlar onun katılım ve veda mesajıydı. Belki de o günlerde çıktı yola. Ve belki o gönderdiği anahtarlığı da bütün dünyayı evi yapmak için ardında bıraktığı evinin anahtarı, bu anlamlı katılımın ondan bana kalmış kıymetli bir sembolüydü.
Hewal Rıfat’ın seçtiği kitaplardan, çiçeklerden bunlara vakit ve enerji ayırabilmesinden ve o diri, canlı, coşkun ruhundan taşan direncinden dolayı genç bir yoldaş olduğunu düşünmüştüm.  60 yaşındaymış. Gençmiş. Sanki o güzel şiiri Nazım ona dair yazmış gibi genç.
“Delikanlım:/senin kafanın içi/yıldızlı karanlıklar kadar/güzel, korkunç, kudretli ve iyidir./Yıldızlar ve senin kafan/kâinatın en mükemmel şeyidir.”
Bir partizan savaşçısı olan anneannesinden katmış bu güçlü devrimci ruhuna kadın duyarlılığını. Ana tanrıçadan söz etmesi, kurduğu kütüphane ve müzeye Rojava devriminin sembol isimlerinden olan Arin Mirkan ve Kader Ortakaya’nın adını vermesi, kökleri derin bir bilince dayanıyor.
“Sinopluyum, yani Diyoje’nin memleketlisiyim” demiş; Bilgeliğinin kökeni oradan.
İlk gençlik yıllarında kitapçıda çalışmış.  Mücadele, emek ve kitap hep yan yana, iç içe olmuş hayatında. Kitap ve emek birbirine ne çok gerekli ve ne çok uyumlu.
O kitabın önsözündeki gibi derin bir bilinç ve güçlü bir yürek ile gerçek bir sevgi ile katılmış mücadeleye. 14 Temmuz ruhunu, Arinlerin, Kaderlerin ruhunu sözüyle, eylemiyle, işiyle, yaşamıyla devralmış, ruhunu emeğin ve bilinç dolu adanmışlığın duru sabrıyla aydınlatmış.
Sağlam eski köklerinden devralıp, emek ve bilinçle yoğurup oluşturduğu, yarattığı kişiliği ile bu güzel insanı, bu değerli dostu bize sunmuş, iyi ki kendisini tanımamıza sebep olmuş bu iyi yüreği. Bilge insanlara has o sade ve derin, açık ve yoğun karakteri, duruşu ile onu tanımak ne kadar büyük bir sevinçse, yıldızlara uğurlamak da o kadar derin acıdır bizim için… Gözyaşlarımız akıyordu. Gerçek insanlara akıtılan ve onları sulayıp büyüten gözyaşlarıydı bunlar. Yoksa karanlığın, yasın değil. Bize bıraktığı esas şey dövüşmek, mücadelenin en sıcak, en dinamik yerinde olma arzusuydu. Ertesi gün onun için yaptığımız saygı duruşu ve anmada Hewal Rıfat’ın ölümsüzlüğünü haykırdık. Sevgi ve saygıyla, mücadele sloganlarımızla biz de buradan selamladık onu ve anısını mücadelemizde yaşatacağımıza söz verdik. Nazım’ın “Sıradaki” ve “Sıradakinin Ölümü” şiirini okuduk onun anısına. Bu şiirler bizden daha iyi anlatıyordu onu.
Günlerce gazetede Hewal Karker’e dair açıklamalar, haberler, anlatılar çıktı. Hakkında bu kadar çok şey yazılan, bu kadar çok yâd edilen bir yoldaş olması bile, onun ne kadar yüce, sevgi ve saygı kazanmış, değer yaratmış bir yoldaş olduğunu gösteriyordu.
Bir Kızılderili sözü vardır: “Doğduğunda sen ağlamıştın herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın, sen bayram et.” Evet o öyle bir hayat yaşadı. Arkasından herkesi ağlatırken eminim ki o gülümsedi, mutlu oldu.
İşte tam o günlerde TÜİK’in intihar verileri açıklanmıştı. En çok yaşlıların intihar ettiği tespit edilmiş. Sistem yaşlı hissettiriyor ve “miadını doldurmuş”, “insan fazlası”  olarak görüyor ölümü bekleyen ve ne yazık ki ölümü tercih eden insan durumuna getiriyor… Birkaç yıl önce Yunanistan’da isyan günlerinde krizin faturasını en ağır ödeyen Yunanlı bir emekli intihar etmişti. Şöyle bir not bıraktı: “Eğer genç olsaydım intihar etmezdim, silah alıp sisteme karşı savaşan Partizan saflarına katılırdım.” Sistem, kurtulması gereken, ölümden başka çıkışı olmayan bir yük gibi algılatıyor hayatı yaşlılara. Öyle algılamayanlar ise yaşından ve olanaksızlıktan dolayı kısıtlı kalıyor. Ama sen, o yıllar boyu birikip süzülmüş arı bilgeliğinle ve ruhunla tüm kalıpları da yıktın, ezberleri bozdun. Giderken de “sınır yok, imkansız yok” dedin.
O güzel, aydınlık ve umutlu bakışlarını hep üstümüzde hissedeceğiz. O güzel resmin duvarımızda olacak ve sen hep yanımızda, kavgamızda, içimizde olacaksın. Zulüm, kan, bomba, acı, sömürü ekilen ülkemizi ve dünyamızı elindeki o mor kır çiçekleriyle, ruhun gibi güzel o sardunyalarla bezenmiş cennet bahçesine dönüştüreceğiz… Sen halkımızın ve devrimin asla unutmayacağı, hep hatırlanacak, yaşatılacak en soylu değerlerinden biri olarak sonsuza dek yaşayacaksın. Seni seviyoruz Karker Yoldaş.
Sincan Kadın Hapishanesi’nden bir siyasi tutsak

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu