DerlediklerimizGüncel

Ali İsmail Barası | Şiirine kan sıçrayan şair; Metin Altıok

Onun şiirine kan sıçratan, ona “Kimliksiz Ölüler” şiirini yazdıran koşulların hala sürüyor olduğunu görmek o kadar acı ki!

Her şey elimdeki kitabın kapağında Metin Altıok’un fotoğrafını gören bir abinin ‘‘İsmail, Metin Altıok Bingöl Lisesi’nde benim Felsefe Öğretmenimdi.’’ demesiyle başladı. O günden sonra Metin Altıok benim için özel bir boyuta taşındı. O abinin bana anlattıklarından sonra dışarı çıktığımda Bingöl benim için değişmişti. Kafamda “Metin Altıok acaba Bingöl’de nerelerde oturup çay içerdi, sigarasını, birasını nereden alırdı, hangi şiirlerini burada yazdı” gibi sorular günbegün artmaya başladı.

Ve böylece onun Bingöl yıllarının peşine düştüm. Onu tanıyanların, öğrencilerinin, onunla oturup muhabbet edenlerin sayısı o kadar çoktu ki; Metin Altıok’un on yıl Bingöl’de yaşadığını en son ben öğrenmişim hissine kapıldım. Bir nevi Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabının kahramanı Santiago Nasar durumuna düştüm. Kim anlattıysa arada derin “off”lar çekti.

Konuştuğum öğrencilerinin hepsi “O bizim öğretmenimizden ziyade arkadaşımızdı”  dedi. Metin Hoca’nın öğrencilerinin, arkadaşlarının onu hakkında dedikleri başka bir yazın, hatta bir kitabın konusu. Bir de Metin Hoca’nın Bingöl’e dair düşünceleri var. Bunun için o dönem onun röportajlara, onun hakkında yazılan yazılara, onun Bingöl’den sevdiklerine yazdığı mektuplara baktım.

‘Çünkü kan sıçradı şiirimin üstüne…’

Metin Hoca; Bingöl’den sonra sonra Karaman’a gitti. Orada kısa bir süre çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. 1990’ların başında edebiyat çevresinde çok konuşulan biriydi. O dönem birçok dergide onunla ilgili yazılar, onunla yapılmış röportajlar yayınlandı. Bu röportajlardan biri Varlık dergisinin Eylül 1990 tarihli sayısında çıktı. Orada ona sorulan“Şiiriniz değişti sanki. Önce insani durumların muhasebesini yapardınız, artık olanca rahatsız ediliciliğine karşın pür dikkatiniz dünyaya karşı. Neden böyle oldu?” sorusuna şu cevabı verir Metin Hoca:

“On yıl yaşadığım coğrafyayla ilgili bu. Çünkü kan sıçradı şiirimin üstüne…” 

Sonbahar dergisinin Kasım-Aralık 1990 sayısında kendisine sorulan “Şiiriniz “Küçük Tragedyalar”dan sonra değişti politik tavır olarak değişti sanki. Ne diyorsunuz bu durum için?”  sorusuna verdiği cevap Bingöl’ün ona ve şiirine etkisinin kısa bir özetidir gibidir zaten.

Doğru söylüyorsun. O kadar ilginç, o kadar önemli şeyler yaşadım ki Bingöl’de… Bingöl benim için ikinci üniversite oldu. Hayatı gördüm. Mesela bir şey anlatayım sizeBir gün Bingöl’e iki ceset getirdiler. Bingöl bu ölülerle çalkalandı. Herkes görmeye gidiyor. Ben de gittim. Morga götürüyorlardı cesetleri. Biri erkek, daha bıyıkları terlememiş, öbürü bir kız. Erkeğin elbiseleri üstünde, kız çırılçıplak. Ama erkeğin yüzü dümdüz, burnu yok, baldırından da lop et koparılmış, parmakları mürekkepli. Parmak izi almışlar. Çok etkilendim bu olaydan ve tabii rakıya vurdum. Sonra bir de şiir yazdım. Bak şöyle: 

“Öyle ak öyle ak ki teni

ipekten biçilmiş sanki

duyulmamış bu yüzden üstünü örtmek gereği

Çırılçıplak incecik, sedyede bir kız cesedi

On parmağı boyalı

Bulaşmış ıstampa mürekkebi

Bir kızım sağsa eğer

bir kızım morgda şimdi”

Onun şiirine kan sıçratan, ona “Kimliksiz Ölüler” şiirini yazdıran koşulların hala sürüyor olduğunu görmek o kadar acı ki!

Metin Hoca’nın Bingöl’den sevdiklerine yazdığı mektuplar da o dönemin Bingöl’üne dair önemli bilgiler verir bize. Kızı Zeynep’e yazdığı ilk mektuplardan biri olan “20 Kasım 1979” tarihli mektubunda Bingöl’ün sokaklarını anlatır Metin Hoca:

 “Burada sokaklarda inekler ve insanlar birlikte dolaşıyor ve hemen hemen herkes Kürtçe konuşuyor. Tabii ben yabancı bir ülkede gibiyim… 

Şu an Bingöl’de sokağa kulak kabarttığımızda Metin Hoca’nın “Hemen hemen herkes Kürtçe konuşuyor” dediği durumun “Hemen hemen herkes Türkçe konuşuyor” durumuna evrildiğini görüyoruz maalesef.

‘Adımdan ötürü bana Bingöl’ü bile çok gördüler’ 

Kızına yazdığına 07.12.1979 tarihli mektuptaysa tayin olduğu Bingöl Lisesi’nden bahseder Metin Hoca:

“Canım kızım okulun durumu da hiç iç açıcı değil. Okuldan başka her şeye benziyor. Olaysız geçen gün yok gibi. Bir kere Türkçe bilmiyorlar. Akılları fikirleri ders dışı konularda. Okulun müdürü istifa etmiş, lisede yönetim diye bir şey yok. Yönetim öğrencilerin elinde. Derslerde çok dikkatli olmak gerekiyor. Ben yine de rahat sayılırım. Çünkü benim bir aydın olduğumu biliyorlar. Bir yeni öğretmeni derse girdiği gün kaçırttılar.  Öğretmen arkadaş bavulunu toplayıp, maaşını bile almadan gitmek zorunda kaldı.” 

İlerici bir aydın olmanın avantajlı, gerici biri olmanın dezavantajlı olduğu bir lise. Bugün Bingöl’de durum tam tersi maalesef. Acı tam olarak budur zaten…

Kızına yazdığı 30.07.1986 tarihli mektuptaysa kaldığı lojmandan nasıl çıkartılıp, Genç’e nasıl sürgün edildiğini yazar Metin Hoca:

“Adımdan ötürü bana Bingöl’ü bile çok görenler, şimdi de oturduğum lojmandan kapı dışarı ediyorlar. Öyle ya; Sosyalist Kültür Ansiklopedisinde biyografisi olan birinin lojmanda oturmaya hakkı yoktur Türkiye’de. Onu Sıddık Bilgin adındaki öğretmenin öldürüldüğü Genç kazasına sürmek gerekir…” 

Bugün de öyle değil mi? Solcu öğretmenler KHK’larla, sürgünlerle susturulmak istenmiyor mu? 12 Eylül sürüyor…

Metin Hoca’nın Bingöl’deki en önemli dostlarından biri Avukat Şakir Elçi’dir. Onun sokak ortasında katledilmesi Metin Hoca’yı sarsar. Eşi Nebahat Çetin’e yazdığı mektuplardan birinde Şakir Elçi’den bahseder:

“Nebahat sevgilim, Bingöl’e gelir gelmez aldım kötü haberi; Şakir Elçi’yi kent alanında beş kurşunla vurmuşlar, ölmüş. Şiir düşkünü, güzelim Kürt, iki çocuk babası, herkesin meccani avukatı Şakir kardeş öldürülmüş. Sana anlattım, beni yemeğe davet etmişti evine. Rakılar içip şiirden Cigerhun’dan, Nazım’dan söz etmiştik. Müthiş sarsıldım. Ne kadar üzüldüm bilemezsin. Ne olursa olsun yılmayacağım. Benim kanım Şakir’in kanından daha kırmızı değil. Amaçları hepimizi yıldırmak. Hevesleri kursaklarında kalacak..” 

“Güzelim Kürt; İki çocuk babası, herkesin meccani avukatı” Avukat Şakir Elçi’yi bizden alan karanlık; “Güzelim Kürt; İki çocuk babası, herkesin meccani avukatı” Avukat Tahir Elçi’yi de bizden aldı. Metin Hoca “Benim kanım Şakir’in kanından kırmızı değil” cümlesiyle; hala Kürtlere üstten bakan bir takım solcu aydın ve siyasetçinin durması gereken yeri göstermiş.

‘Bingöl benim için ikinci üniversite oldu’

O kısa sürede Bingöl’ün Metin Hocası olmuştu. Metin Altıok eşi Nebahat Çetin’e Beni hala şaşkınlığa düşüren şey Bingöl’de gördüğüm şair muamelesini başka şehirde görmedim” demiştir. Onun öğretmenliği okulda okuttuğu felsefe dersiyle sınırla olmadı. Mahallede, sokakta, kahvehanede hep anlattı. O Bingöl Lisesi’nden baktığı Çabakçur Vadisi’nde esinlenerek “Ah kavaklar” diye başlayan “Öndeyiş” adlı şiirini yazdı. “Küçük Tragedyalar,İpek ve Kılabtan, Gerçeğin Öteyakası” adlı şiir kitaplarında yer alan şiirlerini Bingöl’de kaleme aldı. Metin Altıok; Madımak’ta yobaz bir kalkışma sonucu yanarak katledildi.

Metin Altıok; Madımak’ta yakılarak katledildiği için “büyük şair, aydın, ilerici” sıratını almadı. O; büyük bir şair, aydın ve ilerici olduğu için gittiği Sivas’ta Madımak otelinde yakılarak katledildi. Metin Altıok’un denemelerinden oluşan “Şiirin İlk Atlası” adlı kitabını okuduktan sonra Metin Altıok’un ne kadar da büyük bir kayıp olduğunu daha derinden göreceksiniz…

Metin Hoca’ın on yıl yaşadığı, “Benim için ikinci üniversite” dediği Bingöl’de adının yaşatılmıyor oluşu hepimiz için büyük bir eksiklik. O bu şehre çok şey kattı, bu şehir onun emeğini karşılığını yaşatmalı.

Ya bir sokakla, ya çalıştığı liseye onun adını vererek, ya da onun adına “ŞİİR GÜNLERİ” düzenleyerek, yada onu yakan karanlığa direnerek…. (Kaynak: Nupel)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu