GüncelMakaleler

MAKALE | Hak ve Hakikati Yok Etmek ya da “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” demek!

"Ve tarihe baktığımızda, dünyanın neresinde, hangi ırkında, hangi ülkesinde, hangi inanç/mezhepten olursa olsun, ezilenlere karşı yürütülen asimilasyona dair politikaların ürünü olan baskı-katliamlar bunun üzerinden şekillenmektedir"

2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı’nın 26’ıncı yıldönümünde, Aleviler katliamda yaşamını yitiren (33) otuz üç canı halen anamıyor. Katliamın yaşandığı Madımak Otel’ine katliamda yaşamını yitirenlerin aileleri, sivil toplum ve bazı siyasi partiler (HDP-CHP) dışında Alevilerin gitmesi-alana girmesi engelleniyor. Devletin asker ve polis gücünü zor yoluyla engelleme kararının gerekçesi her sene aynı, değişmeyen söylemleriyle, katliamın anılması, katliamın lanetlenmesinin halen ‘yasak’ olmasının da göstergesidir.

Bu baskı ve yasaklarla, açıktan açığa katliamı destekleyen, meşrulaştıran ‘Çok Şükür’ çekenlerin, ‘Otelin önünde toplanan halkımıza bir zarar gelmedi’ anlayışının ürünüdür. Yasaklamayı yaratan zihniyetin ruh halini ve aktif olan istem ve düşüncenin anlayışıdır. Oysa, insanoğlunun dünyanın neresinde olursa olsun: Böylesi toplu infaz-katliam ve soykırımları topluca lanetlerler.

Böylesi bir acının yaşandığı yere/noktaya anıt yaparak, yaşananların bir daha yaşanmaması için belleklerde her daim taze tutma anlayışı/iradesini devlet eliyle ve desteğiyle teminat altına alınarak, anmalar gerçekleştirilir. Ama Türkiye’de, bırakın bir katliamın anıtını yapmayı, yaşanan katliamı anmanın ‘suç’ olduğunu T.C devletince tayin edilir.

Böylesi anmalar, ‘terör seviciliği’, ‘terör üyeliğine’ indirgeyerek, anmayı sahiplenen kitlelerin üzerinde, devletin baskı-zor gücüyle gidilir. Kovuşturma-soruşturmalar ile mahkumiyetleri katliamı gerçekleştiren zihniyete değil, katliamı ananlar, acıyı paylaşanlar yaşamaktadır. Çünkü; ‘Milliyetçilik’, ‘Vatanseverlik’, ‘Ulusalcılık’, ‘Din düşmanlığı’na uzanan-indirgenen ideolojik-politik bariyerlerle, ezilenin üzerine ‘Demokrasinin kılıcını’ gezdirirler. Bunun dışındaki her talep-istemi ‘Yıkıcılık-Bölücülük’ kisvesi altında terörize edilerek indirgenen kalkanı oluştururlar.

Böylece insanların inançları, kültürleri, toplumsal bütünlüklerinin ayrıştırılarak, karşı karşıya getirilerek, mevcut müesses nizamlarını yeni egemenliklerini tahsis edebilmenin amaç, hedefini belirlerler. Bundan dolayı 2 Temmuz Katliamı ve benzeri katliamları anmanın kesin kes ‘yasak’ ve ‘günah’ olarak kodlanmasının tezahürüdür yasaklamalar. Bu yüzden 33 can, şair, yazar, sanatçının katledildiği anmanın, ideallerini yaşatarak, yad etmenin yolu bu yıl da yasaklanışı bu saiklerle gerçekleşecektir.

Anadolu coğrafyasında Alevi düşmanlığı ne Madımak’la ne de Çorum, Maraş ve Gazi katliamlarıyla sınırlı kalmamıştır. Alevilerin tarihsel olarak karşı karşıya kaldıkları katliamların ‘sırları’ ayrıntısında gizlidir. Ortak bir ‘sır’ ile süregelen ideolojik-politik ve kültürel kodlanışın içerisinde saklıdır.

Yunus Emre’nin “Dört kitabın manasın/Okudum ezber ettim/Aşka gelince gördüm/Bir uzun hece imiş!” Hakikatin arayışının ürünü olarak vardığı gerçekliği anlatması gibi, Alevilerin her dönem, tarihin kendi nesnel gerçekliğinde karşılaştığı somut baskı ve katliamın kendisidir. Aleviler bir taraftan ‘sapkın’ olarak değerlendiren egemenler, diğer taraftan Alevilerin askeri, felsefi-kültürel gerçekliğinden ‘Demokrasi’, ‘Kardeşlik’ vs. niteliklerden dolayı yaralanmayı da asla göz ardı etmezler.

Bugün önümüzde duran İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinden de bu somut olarak görülmektedir. İBB’nin 23 Haziran seçiminde, TC devletinin hükümeti olan AKP’nin adayı Binali Yıldırım’ın, Alevi-Kızılbaşların oylarına göz diken ve onlara yarım yamalak, içten pazarlıklı anlayışın dışa vurumu yaklaşımlarından, söylemlerinden de de görülmektedir. Oysa aynı hükümetin, tarihsel süreçlerine çizgilerini bilmeyen yoktur.

Her fırsatta İslam Devleti’nin (Ebubekir’den başlayarak) savunusunu ve en son Yavuz Sultan Selim adını 3. Köprüye vererek göstermektedir. İBB adayı Binalı Yıldırım’ın birkaç gün önce yeni yapılan 3’üncü havalimanında teşkilatlarıyla buluşmasında sarf ettiği sözler, AKP hükümetinin ve devletin, ezilenlerin haklı ve meşru taleplerini hangi ideolojik-politik çizgide ele aldıklarının göstergesidir; “Bunlar yeni havaalanı ve 3. Köprüye karşı çıktılar”, “Gezi’yi kimlerin çıkarttığını unutmayın” şeklinde yaptığı açıklaması somut göstergesidir.

Bilindiği gibi Gezi Parkı’nda, ağaçların sökülmesiyle başlayan ezilenlerin öfkesi, tüm ülkeye yayılan isyana dönüşmüştür… TC devleti, hükümetin sözcüleri 3. Köprünün temelini atarken trafiği ‘rahatlatmak’ iddiasıyla açılış töreni de düzenlemişti. Devlet ve hükümet için çok önemli olan bu olay, dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı’nın bizzat hükümet bakanlarıyla katıldığı törende, o dönem anlaşamadıkları iddia edilen Hayrunnisa Gül ve Emine Erdoğan’ın yan yana gelip gülücükler saçtığı törenden bahsediyoruz.

Biz ne 3. Köprü, ne de havalimanının gerekli mi yoksa fuzuli bir masraf mıydı? Ya da yararlı mı yoksa zararlı mı mıdır, trafiği rahatlatacak mıdır? Sorularına cevap arayacağımız bir yazı olmadığı, konumuz ile ilgisi bulunmadığı için, bizim konumuzla ilgili olan 3. Köprünün ismi ile ilan edilen devlet çizgisi ve yaklaşımını ele almakla yetineceğiz.

Abdullah Gül ve Erdoğan’ın icazetinde yapılan konuşmalarda, köprü isminin bize değişmeyen Alevi düşmanlığının kanıtı olarak göstermektedir. Bunu ‘Barış’a dair ‘Kardeşlik’ soslu, ‘Demokrasi’nin güzellemeleriyle ifade etmeleri, bu gerçekliği ne maskelemeyi ne de değiştirmemektedir.

Bu konuda eski Cumhurbaşkanı Gül’ün köprü ismine dair konuşmasında; “Tarihimizle övünen, Osmanlı Devleti’ni çok daha büyüten imparatorluğumuzu cihanşümul bir imparatorluk haline getirmekle çok fetihlere adımları olan ve Mukaddes Emanetleri bize emanet eden bu büyük sultanı, padişahı bu şekilde daima yad etmek, anmak ve ona da saygı ve şükranlarımızı bir tarih bilinci göstermek için bu ismi hep beraber verdik. Bundan sonra inşallah üçüncü köprüde, Yavuz Sultan Selim köprüsü olarak değerlendirilecek.” (30 Mayıs 2013-Basından) çok net ifade etmektedir.

Bilinen bir Yavuz Sultan Selim tarihi vardır, üstelik bunu dönemin önemli isimlerinden olan İdris-i Bitlisi’nin belgelerinden aktarılan bu tarihte; Yavuz Sultan ünvanını, Safevilere ‘gazaya’ giderken ve dönerken 40 bin ile 70 bin arasında Alevi-Türkmen katledilmesi ile sağlıyor. Bu rakamların verili tarih yazımında bile ne kadar çok olduğu, Alevi düşmanlığının göstergesidir. Aleviler için yaratılmış olan dehşet ortamı Yavuz ile başlamadı.

O sadece kendinden öncekileri takip etmiştir. Bu bağlamda 2 Temmuz’u doğru anlamak için, tarihi doğru okumak gerekiyor. Aleviler-Kızılbaşların katledilmesinin kısa bir hatırlatmasını yapacak olursak, 2 Temmuz’un neyin ürünü olarak var olduğu, kimlerin tertiplediğinin de anlaşılacağını düşünüyoruz.

10 Ekim 680- İmam Hüseyin ve 71 yoldaşı; Kerbela Katliamı

755- Horasanlı Ebu Müslim, Abbasi Sarayı (Bağdat)

922- Hallac-ı Mansur (Bağdat)

1238- Baba İlyas-Amasya Kalesi

1239- Baba İshak-Malya Ovası-Kırşehir

1239/141?- Fazllullah(Fadl Allah) Hurufi-Nahcivan

1417-1418- Seyyid Nesimi (Kainata sığmayan Halk aşığı)-Halep/Şam

1419- Torlak Kemal

1419- Börklüce Mustafa-Aydın

1416/1420- Şeyh Bedrettin-Serez

1511- Şah Kulu Baba-Telce Yöresi (Gölcay)

1518- Bozoklu Şeyh Celal (Celali)-Erzincan

1519- Şah Veli-Sivas

1526- Baba Zünnun-Höyüklü

1527/1528(?)- Şah Kalender Çelebi-Nurhak

1547/1537(?) veya 1587/1590(?)- Pir Sultan Abdal; Mal Pazarı Meydanı-Sivas

1826- İkinci Mahmut Katliamı- İstanbul ve Hacı Bektaş Dergahı

1921- Koçgiri Katliamı-Sivas

1937- Alişer, Zarife-Dersim

15/18 Kasım 1937- Seyit Rıza-Elâzığ (Harput)

1938/39- Dersim Katliamı

11 Haziran 1967- Aşık Mahsuni Şerif’in Konseri; Devlet eliyle planlanan Elbistan Katliamı

1 Mart 1971- Hatay Kırıkhan; Senaryo aynı “Hamidiye Camisine ‘ses bombası’ atılır. “Aleviler Kızılbaşlar camilerimizi bombalıyor, namaz kılan Müslümanları öldürüyor.”

5 Mart 1971- Kırıkhan’da Alevi Katliamı

18 Nisan 1978- Malatya Katliamı

4 Eylül 1978- Sivas Katliamı

19/24 Aralık 1978- Maraş Katliamı

3/4 Temmuz 1980- Çorum katliamı (Veli Dede fırına atılarak katledilir.)

2 Temmuz 1993- Pir Sultan Abdal’dan 400 yıl sonra Pir’i anmak için Sivas’a gelen 33 can yakılarak katledilir! Sivas (Madımak) Katliamı

12 Mart 1995- Gazi Katliamı

14/15 Mart 1995- Ümraniye Katliamı

26/27 Şubat 2012- Adıyaman Karapınar Mahallesi’nde, ‘Bir Gece Ansızın’ Alevilerin evleri işaretlendi. İçişleri Bakanı ve Adıyaman valisi ‘Çocuklar yapmıştır’ dedi. (11 Mart 2012 Kemal Bülbül-Gündem)

Tüm bu katliamlar sadece tarihten bir kesittir ve ister Türkmen, ister Kürt, isterse Türk ırkından olsun, Alevi- Kızılbaş inancında ise onun katli “vacip” olmuştur müesses nizamca. İslam Devletinden bu yana, (Hz. Muhammed’in ölümünden sonra) ister Abbasi, ister Osmanlı, isterse Cumhuriyet Türkiye’si adına olsun; devletin isimleri değil, Halef-Selef ilişkisiyle İslamiyetin Sünni mezhebinin egemenliğinin korunması tek gerçekliktir.

Özünü sözünü benliğini bilmek, Hakikat Aşkı ile yaşamak!

Alevilere dayatılan asimilasyon politikalarının ürünü olan katliamlar, Alevileri bölmeye yetmiştir. Örneğin Yavuz Sultan Selim’in yanında İdris-i Bitlisi’yi, İdris-i Bitlisi’nin yanında Ebu Suud Efendi’yi görüyorlardı. Bunların kapısında kılıç kuşanan, Elbistan-Malatya, Adıyaman’dan Halep’e kadar  uzanan Alevileri katledenlerin içinde Bektaşi Yeniçeri ordusunun varlığı bunun somut göstergesidir.

Bu dipnot olarak, bahsi edilen Bektaşi Yeniçeri ordusunun yani Osmanlı’nın kapı kulu olanlarının, Hacı Bektaşi Veli ile hiçbir ilişkisinin ve alakasının olmadığı, sadece onun adını kullanan Batım Sultan tarafından örgütlenen Bektaşilik olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu “celladına duyulan aşk” tarihin her döneminde varlığını sürdüren sosyolojik bir gerçeklik olmuştur.

Zor, korku ile başlayan ve kulluğa evrilen devşirmeciliğin ürünü bu kulluk, en vahşi, en gaddar olarak kendini egemenine ispat için çabalar. İşte Osmanlı’da Yeniçeriler, sonra Hamidiye Alayları, Cumhuriyette Ergenekon’da cisimleşen Ulusalcı Kemalistliğin rüzgarında, devlet yönetimlerinde görev üstlenen Alevilerin oluşturduğu tarih!

Egemen hakim sınıflar, her tarihsel dönemlerinde, karşılarındaki tüm toplumsal kitlelerin örgütlenmelerinden rahatsızlık duymuşlardır. Bu örgütlenmeler bozmak için, onların karşısına bir düşman yaratarak onu örgütleyerek, toplumlar arasındaki birlikteliği, kardeşliğin arasında  güveni-dostluğu, birliği kırmak için çaba çatışma ortamı yaratmıştır. Bunu kendine ve hakimiyetine karşı güçlü muhalefetin oluşmaması için gerçekleştirmiştir.

Ve tarihe baktığımızda, dünyanın neresinde, hangi ırkında, hangi ülkesinde, hangi inanç/mezhepten olursa olsun, ezilenlere karşı yürütülen asimilasyona dair politikaların ürünü olan baskı-katliamlar bunun üzerinden şekillenmektedir.

Sünni inancında olanların Alevi-Kızılbaşlara yönelik “sapkınlık”, “rafizilik” ile ele alan (alınmasını sağlayan egemenlerin politikaları) yaklaşımlarının tezahürüdür ki, dünyalığın halletmiş, uhrevi algısı altında baskın bir felsefenin ürünüdür düşmanlığı. Bunu “caiz” kılan fetvaların tarihte sayısızca verildiği bilinmektedir.

Bu fetvaların sonu 2 Temmuz’da pratikleştiren ve katliamla neticelenmiştir. Bunlar Aleviler için Rafizi (yoldan sapmış) olarak ele aldıkları için, onların tekrar doğru yola ya devşirilerek, yada katli vacip bir politika ile geleceğinin ürünü olarak İmam Hüseyin’den kısaca başlattığımız tarih kesintisinden de görüleceği üzere, Alevi- Kızılbaşların özellikle pir dedelerini ve onlara sıkı sıkıya bağlı taliplerini katlederek günümüze değin süren imha-inkarcı politikaların ürünüdür.

Osmanlı’da Yeniçerilik, TC’de laiklik ve cumhuriyet bekçiliği… anlayışı geleneksel Sünni İslam Devlet anlayışının Alevilere biçtiği misyondur. Osmanlı’da ve TC’de devletin en önemli stratejik kısımlarında bundan dolayı Aleviler olmuş-olmaktadır.

2 Temmuz 1993 yılında, şair, yazar, sanatçıdan oluşan 33 aydın insanın Madımak Otelinde bir araya getiren hakikat aşkıdır. Katledilmelerinin nedeni hakikat aşkına sahip çıkmaları ve Yunus Emre’nin “Aradım durdum insandan yola çıktım… insanı buldum!” anlayışıyla Hak ve Hakikat için “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”! diyen Pir Sultan Abdal gibi yürüdüler.

Onlar ne sözünden ne özünden dönmeden, sözünü ve özünü sakınmadan, celladına haykırdılar hakikat aşklarını. Bundan dolayı katledildiler. Bu bağlamda derler ki; Yunus Emre’nin, Hak aşılarının yaşamı, deyişleri ve felsefesi, Alevi serencamı niteliğindedir.

İşte Madımak Otelinde katledilen 33 canın serencamı, Türkiye’de yaşayan Alevi- Kızılbaşların kendisidir. Bundan dolayı Aleviler, kendi gerçekliğinin içinde sürekli birlikte olmak zorundadır. Dimitrov’un; “politik ve toplumsal meselelerin çözümü son tahlilde gerçek ihtiyaçlara ve o- anda çatışan politik güçlerin gerçek kuvvet dengesine bağlıdır” (Faşizme karşı birleşik cephe.s.18) sözlerinde belirttiği gibi, kuvvetini bu bağlamda sağlanması gerekiyor. Komünistlerin de bu çizgide Alevi-Kızılbaşların yanında yerini alması elzemdir.

Devletin Alevilere dair hukuk anlayışı, Ebu Suud Efendi’nin fetvalarının çizgisindedir. Bundan dolayı 2 Temmuz Katliamını “zaman aşımı” içerisinde bir şekilde aşmanın yolunu üretmişlerdir. Osmanlı’dan Türkiye’ye, Türk/İslam sentezini oluşturan Sünni-Hanifi mezhep iktidarının Alevilere dair teori ve pratiklerini, yukarıda İmam Hüseyin’le başlattığımız kısa katliam tarihi örneğinden bile somut olarak ortaya çıkmaktadır. Toplum içerisinde, egemenlerin Aleviler üzerinde “kutsiye” vehmeder ve bundan yola çıkarak tepeden bakar. İnancını, ibadet şekli ve yerini aşağılama, yok saymasında tezahürü bundan geliyor.

2 Temmuz’un tekbir sesleriyle oteli yakanlara emir verenler, Ebu Suud Efendi’den ve Yavuz Sultan Selim’in izinden aldığı hüccetle, bu katliamı yapanlara “cennete gitmenin kriteri olarak” fetvalarla, cennet-cehennem tefsirine dayalı bu yola sürüklenenler; bugün cennetlerine kavuşmuşlardır. (!) Devletin korunmasına ve devlet kurumlarında görevlendirilmeleri bunun en güzel yanını oluşturmaktadır.

Yani Alevi-Kızılbaş’ı katletmek uhrevi aleme gitme, Alevi-Kızılbaşlarında hep cehennemi mubah gören anlayıştan dolayı 2 Temmuz 1993 Madımak’ta 33 aydın-sanatçı-şairin katledilmesi… Madımak Otelinin önünde “tekbir” getirerek katliama hazırlananlar “Yakın… Oteli Yakın!” nidalarını haykırırken, otelin ateşe verildiği anda, “İşte cehennem ateşi yandı” demesi ile, dönemin belediye başkanı olan şu an “şirinlik timsali” Temel Karamanoğlu’nun da, katliamcılara “Gazanız Mübarek Olsun!” demesi, “çok şükür otelin önündeki halkımıza zarar gelmemiştir” ifadesiyle bu katliamın örgütlenişinin göstergesidir.

Yunus Emre der ki “Din ve millet sorar isen/Aşıklara din ne hacet?/Aşık kişi harap olur/Aşık bilmez din diyanet!” Burada Derviş Yunus bize der ki; Ey insanlar; Hak ve Hakikat yolunda aşk ile takışanın çatışmasıdır. Aşk ve Hakikat… Yunus ne güzel tasvir etmiştir. Hallacı Mansur’dan Seyid Nesimi’ye derilerini yüzen…

Pir Sultan Abdal’dan Seyid Rıza’yı idam eden zihniyetin açığa çıkardığı “Sen sana ne sanırsan/Ayrığa da onu san/Dört kitabın manası/Budur eğer ver ise” diyen Yunus Emre’nin çözümlemesidir. Madımak Otelinde olan 33 Can’ın Hak ve Hakikat arama, kendi süreklerini-süreçlerini yol ve erkanını ifade etmeye çalıştığı bir birlikteliğin kendisiydi. Onlar bir bakıma Devriye içinde kendilerini Pir Sultan Abdal’ı yad etmek için, Pir Sultan Abdal’ın Devriyelerini kullanarak sürdürenlerdi.

  1. yılında katliamı anan canların bundan sonra kendileri adına ve inançlarını, diğerlerini yansıtmada, 33 can gibi… Pir Sultan’dan Nesimiye, Hallacı Mansur’dan İmam Hüseyin gibi yaşamlarında dostunu-düşmanını tanıması celladına aşktan vazgeçip, Hak ve Hakikat aşkına yeniden sarılmasının 33 can’ı doğru yad etmek demek olacağını kavramalıdırlar. Komünistler de bu yolda enerjisini bu perspektifte sarf etmesi gereken çizgide ilerlemelidir.

“Kadılar müftüler fetva yazarsa/İşte kemend, işte boynum asarsa/ İşte hançer, işte kellem keserse/Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.” (Pir Sultan Abdal) Bu anlayış Sivas’ın üstündeki kara bulutlarını, kan kokan toprağını aydınlık ve kardeşlik tohumları ekerek; Sivas-Madımak’ta 33 can’ı ve katliamı unutmayacağız- unutturmayacağız…!

Tutsak Partizan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu