Makaleler

“Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe!”

25 Nisan günü Kandil’in engebeli yollarında ve yılların savaşının ağırlığında yol alan onlarca gazeteciyi izledik, bir zamanlar ve aslında hala ve de ilerleyen zamanlarda da yine “kanlı” örgüt diye verdikleri, türlü hakaretleri savurdukları, patronlarına ve devlet “büyüklerine” yaranmak için iftiralara başvurdukları gerillaların yanında…

Elbette içlerinde demokrat, ilerici gazeteciler de vardı. Ama çoğunluğu bahsettiğimiz çizgide ısrarla bugünlere varan, bugünlerden de yarınlara sürecin ihtiyacına göre şekillenecekleri çok açık basın mensuplarıydı…

Ancak bu cümleleri kurup o gazetecilerin kaygılarından bahsetmemek olmaz! Kandil’deki gazetecilerden biri olan Beritan Sarya’nın 28 Nisan’da ANF’deki izlenim yazısında; gazetecilerin birçoğunun böyle bir güne devletin hiçbir engellemesi olmadan şahit oldukları için heyecanlı olduğu, ancak yine aynı çoğunluğun  “süreç yeniden değişirse buraya geldiğimiz ve bu toplantıya katıldığımız için hakkımız da davalar açılabilir ve yargılanabiliriz” kaygılarını duyarak, aslından içten içe yıllardır sesi oldukları devlete “güvensizliklerini” dışa vurduğu belirtiliyordu.

Yine Sarya’nın aktardıklarına göre, Türkiye hapishanelerindeki tutsak gazeteciler konusunda egemen (onların tabiriyle ana akım) basının suskunluğunun tartışıldığı sohbetlerde; egemen basın mensupları, kendi yaptıkları haberlerin bağlı bulundukları yayın organlarının editöryası ve müdürleri tarafından ya verilmediği ya da değiştirilerek verildiğini söylüyor ayrıca çalıştıkları yayınların kendi haklarını ve maaşlarını gasp ettiğini açık yüreklilikle (dağların heybetine güvenerek mi bilinmez..) dile getiriyordu.

 

Kandil’deki fotoğraftan KCK Basın Davasına…

“Pardon… Wi-Fi Kandil’de tam nerede çekiyor?”  “Dağda 3G hiç mi yok! Allahım sen aklımı koru!” (Aktaran Ezgi Başaran, Radikal 25 Nisan) sorularının sahibi gazetecilerin Kandil yollarını arşınladığı günün ertesinde, faşizmin halkla/egemen basının faşizmle ve de halkın egemen basınla olan imtihanı, yani KCK Basın Davası görülüyordu.

Tutsak 46 gazetecinin hakkındaki iddianame 800 sayfayı bulurken, 800 sayfanın 110 sayfası yapılan operasyonlarda ele geçirilen kitapların listesinden ibaretti! Ayrıca iddianamede 62 kez Kandil, 942 kez Öcalan, 32 kez Murat Karayılan, 31 kez de Duran Kalkan kelimeleri geçiyor. Ha tabi en önemli kelime “sözde” kelimesi.. Tam 396 adet kullanılmış. ( Pınar Öğünç, Radikal 26 Nisan) “Demokratikleşme” sürecinin özüne uygundu aslında, her şeyin sözde olması…

Bahsedilen ve bu kadar yoğun kullanılan kelimeler; bugün Kandil’de “haber yarışı” yapan, KCK yöneticilerinden röportaj kapmaya çalışan gazetecilerin dilinden düşmezken, tutsak gazetecilerin tutsak kalmasını sağlayan suç “delillerine” dönüşebiliyordu… Bugün gazetecilerin Kandil sayfası bu kadar temiz görünürken, öte yandan 46 tutsak gazetecinin akıbetinin sebepleri bu kadar kirli, ikiyüzlü ama tam da faşizmin özüne uygun olabiliyordu. Yoksa Kandil’de gazetecilerin duyduğu kaygılar mıydı asıl gerçek olan?

Dava sonunda iki gazetecinin tahliye olduğu ve davanın 17 Haziran’a ertelendiği düşünüldüğünde ve de yukarıdaki cümleler tekrar okunduğunda çok şey akla geliyor elbet… Ama son sözü baştan sona hukuksuzca olan davanın sahibi savcı İsmail Işık’a bırakmak daha anlamlı olacaktır; “Bir kısım engelleme girişimlerine karşı nihayet sanıkların savunmalarına geçildi. Sanıkların savunmasında hiç bir süre sınırlandırılması bulunmamasına rağmen sanıklar kendilerine yöneltilen sorulara ilişkin ya cevap vermemişler ya da genel ifadeler kullanmışlardır. Milletimize karşı atılan en büyük iftira soykırım iddiasını dillendirmişlerdir. Sanıklar gazetecilik yaptıkları için değil, silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla yargılanmaktadır. İddianame çok açıktır. Bazı sanıklar ve avukatlar, davanın siyasi bir dava olduğunu ve suçlamaların mesnetsiz olduğunu söylemişlerdir. Terörizm bütün hukuk sistemlerinde suçtur. Cezai yaptırım uygulanmasında da yasal bir süreç işlenmektedir.” 

 

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu