DerlediklerimizGüncel

Partizan’dan 24 Haziran sonrasına ve yeni siyasal duruma dair değerlendirme

Görünen o ki bizi çok büyük bir yoksulluk ve yoksunluk beklemektedir. Bu da önümüzdeki süreçte, devrimci politikanın emek ekseninde üretilmesinin gerekliliğini önümüze koymaktadır. Bu açıdan ilk atmamız gereken adım, işçi sınıfının çeşitli biçimlerde kendiliğinden bir şekilde başlayan direniş ve eylemleriyle ilişkileri geliştirmek bu sinerjiyi 24 Haziran’da barajları yıkan dinamik ile buluşturmak olmalıdır.

Gazete Patika “24 Haziran sonrası oluşan yeni siyasal durum, dengeler ve görevlerimiz” başlıklı bir röportaj dizisi başlattı. Dizinin ikinci röportajı Partizanla yapıldı.Söz konusu söyleyişi okurlarımızla paylaşıyoruz:

Patika: 24 Haziran seçim sonuçlarını nasıl okumalıyız? ‘’Yeni’’ sistem değişikliğinin ideolojik ve siyasal arka planına dair fikriniz nedir?

Partizan: 24 Haziran seçimleri, sınıf mücadelesinin bugünkü tablosunun genel koordinatlarını veren bir görüntü çizmiştir. Denilebilir ki seçim sonuçlarına bakmak, egemen sınıflar ile ezilenler arasında kıyasıya süregelen mücadele, hesaplaşma ve kapışmanın andaki durumunu ortaya koymaktadır. Her şeyden önce söylemek gerekir ki, seçimler OHAL altında gerçekleştirilmiştir. Tek başına bu bile, hakim sınıfların içinde bulunduğu durum hakkında yeterince ip ucu vermektedir. Egemenler, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” etiketli başkanlık rejimini, OHAL’in sunduğu azgın bir şiddet, baskı ve terör ortamında, geniş emekçi yığınların onayına sunarak bir toplumsal meşruiyet sağlamaya çalışmıştır. OHAL, buradan çıkacak sonucun garanti altına alınması adına yürürlüğe sokulmuştur. Kuşkusuz bu da yetmemiş, artık AKP iktidarının halkla ilişkiler bürosu haline gelmiş/getirilmiş durumdaki ana akım medya, devletin tepeden tırnağa tüm kademeleri, organları ve olanakları iktidar lehine kullanılmıştır.

Esas olarak devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere yani devrimci, demokratik seçeneklerin önünün kesilmesi, bu kesimlere yönelik bir bariyer amacı taşısa da söz konusu tasarrufun düzen partilerine karşı da kullanıldığını söylemek yanlış olmaz.

Sınıf mücadelesinin andaki resmi, egemenlerin çok ciddi bir sıkışmışlık yaşadığını bunu aşmanın acil bir yolu olarakta zor, şiddet ve baskı ortamı içinde yeniden bir toplumsal meşruiyetin inşa edilmesine yöneldiğini gösteriyor. Bu bağlamda 24 Haziran’da egemenler, şimdilik hedeflerine ulaşmış görünmektedir. Nihayetinde, sandıktan, Cumhurun/Başkanın halk tarafından seçilmesi bağlamında istenilen sonuç ortaya çıkmıştır. Ne var ki AKP, mecliste çoğunluğu kaybetmiştir. 24 Haziran seçimleri AKP’nin tüm avantajlarına ve yoğun manipülasyonuna rağmen geniş yığınlar nezdinde prestij kaybettiğini göstermiştir.

24 Haziran seçimleri AKP’nin tüm avantajlarına ve yoğun manipülasyonuna rağmen geniş yığınlar nezdinde prestij kaybettiğini göstermiştir

Durum AKP açısından 16 Nisan’ın bir devamı niteliğindedir. AKP, hala büyük bir kitle desteğine sahip olsa da önemli bir gerileme yaşamaktadır. Bu gerileme, tüm devlet olanaklarının hizmetine sunulmasına, sadaka ekonomisiyle kaderi kendisine bağlanan milyonlara rağmen böyledir. Diğer yandan AKP, ancak MHP ile kurduğu ittifak sayesinde çoğunluğu sağlayabilmektedir.

Seçim sonuçlarının birkaç gün öncesinden TRT’den yayımlanması ve henüz sandıklar sayılırken, AKP’nin militarist güçlerinin sokağa inmesini sandık sonuçlarının gayri meşru olduğu bağlamında yorumlamak gerekir. Açık ki, 24 Haziran seçim sonuçları, devlet katında yapılan pazarlıkların, oyunların, hilelerin sonucu olarak açığa çıkmıştır. Bu anlamda seçim sonuçları meşru değildir, hilelidir. Sandıktan çıkan sonuç halkın gerçek eğilimini ve seçimini yansıtmamakladır. Birçok bölgede seçim günü yaşanan hukuksuzluklar, özellikle de T. Kürdistanı’nda yaşanan asker- polis müdahaleleri bile bunu söylemek için yeterlidir.

Türk hâkim sınıfları, açık ki önümüzdeki sürece muhafazakâr-faşist bir ittifak bloğu ile devam etme kararındadır. Ortaya çıkan sonuç bunu göstermiştir. Bu anlamda devlet katında hedeflerin bu yanıyla yaşama geçtiğini söylemek mümkün.

Ne var ki devrimci, ilerici ve yurtsever güçler bir kez daha ortaya koydukları irade ve direnişle hakim sınıfların söz konusu projelerine çomak sokacak bir güç olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Başkanlık Rejimi yaşama geçirilmiş olsa da HDP’nin barajın altında bırakılması projesi karşılık bulmamıştır. Tüm engelleme, baskı ve katliamlara rağmen ezilenler, kadınlar, gençler, LGBTİ’ler ve Kürtler, HDP etrafında bir araya gelerek Türk hakim sınıflarının, barajlarını tarumar etmiştir. Meclisin yeni sistem içindeki konumundan ve işlevinden bağımsız olarak, ortada önemli bir başarı vardır. 24 Haziran seçimlerinin gerçek galibi, HDP/HDK ile bu güçlerle ittifak yapan güçlerdir. Başka bir deyişle, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin birleşik mücadelesi ve direnişi kazanmıştır!

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçler, seçimlere bir kısmını açtığımız tablo içinde girdiğinin farkındaydı. Açık ki ezilenler açısından gerçek kurtuluşun parlamento olduğu hülyasına hiçbir zaman kapılmadı. Bizim için aslolan sınıf mücadelesinin andaki izdüşümü olarak seçimler başlığında, geniş emekçi yığınlarla daha sağlam ilişkiler kurmak, mevcut mevzileri korumak ve ezilenlerin bağrında biriktirdiği sinerjiyi açığa çıkarmak olmuştur. Çatışan güçlerin mevcut gerçekliğine uygun bir şekilde, ciddi anlamda geri çekilen kitle hareketinin güç ve moral biriktirmesine hizmet edecek bir taktik politika uygulanmıştır. 24 Haziran’da ortaya çıkan sonuç, bu tutumun doğru olduğunu ve somut kazanımlar elde ettiğini göstermiştir.

 Partizan olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi/ Başkanlık Rejimi tartışmalarını başından itibaren devletin yeniden yapılandırılması bağlamında ele aldık

Özellikle de 2000’lerden sonra ABD emperyalizminin BOP projesi kapsamında Ortadoğu’da politikalarına paralel bir şekilde ortaya çıkacak yeni duruma uygun bir yapılanmanın içine girildiği görüşündeyiz. Ekonomik, siyasi ve ideolojik düzlemde, toplumun ve faşist diktatörlüğün kendini re-organize ettiği bir süreci yaşıyoruz. 24 Haziran denilebilir ki, 15 yılı aşkın bir süredir yürürlüğe adım adım sokulan projenin son halkası olmuştur.

Açık ki faşist diktatörlük, sistemin işleyişi, sistemi ayakta tutan temel organlarının birbiriyle ilişkisi bağlamında, yeni bir rejimle yola devam etme kararı almıştır. Düzenin, onu var eden temel kolonlarına dokunmadan söz konusu düzenin devamlılığının garantiye alınması adına bir tasarrufun yaşama geçirildiğini söylemek mümkün. Bu bakımdan Başkanlık Rejimiyle, Türk hakim sınıflarının yeni bir rejime geçiş yaptığını söylemek mümkün. Ülkenin sosyo-ekonomik yapısında, emperyalizmle bağımlılık ilişkisi bağlamında veyahut temel çelişiklerde esaslı bir değişiklikten söz etmek mümkün olmasa da, hakim sınıfların daha etkin, daha güçlü ve tek merkezden koordine edilen bir sisteme geçiş yaptığını söylemek mümkün.

 24 Haziran seçim sonuçları bağlamında başta CHP ve İyi Parti olmak üzere burjuva muhalefetin yeni durumunı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Partizan: Türk hakim sınıflarının, ezen-ezilen çatışması bakımından ivmenin yükseleceği, vitesin büyüyeceği bir tablo beklediği anlaşılıyor. Çatışmanın derinleşeceği, hesaplaşmanın keskinleşeceği ve ezilenlerin öfkesinin büyüyeceği bir gelecek öngörüyorlar. Özellikle de Ortadoğu’da daha kaotik bir tablonun ortaya çıkacağı anlaşılıyor. Tamda bu nedenlerle Türk hakim sınıfları, daha büyük bir sarsıcı bir savaşa giren bir ordunun yaptığını yapıyor; güçlerini yeniden yapılandırıyor, eksiklerini gideriyor, mevzilerini güçlendiriyor ve komuta kademesini elden geçirerek tüm yetkileri tek bir karargahta topluyor.

Bu durum düzen partilerinden bağımsız bir şekilde, devletin bekası adına bir devlet projesi olarak yaşama geçirilmektedir. Bugünkü konjonktürde AKP, bunun için en kullanışlı aparat durumundadır. CHP’nin tutumunu ve politikasını bu genel hedef ve eksen etrafında yorumlamak gerekir. Unutulmasın ki R.T. Erdoğan’ı hapishaneden çıkarıp yeniden meclise sokanda CHP/Deniz Baykal’dır. Devletin üzerinde yükseldiği ya da devleti kuran parti olarak CHP’nin, politika üretirken temel referansı her zaman için devletin bekası olmuştur. Bu yaklaşıma sahip olduğu içindir ki, her kritik anda, sıkıştığı her dönemde, AKP’ye can simidi olmuştur.

Hatırlanacağı üzere, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında anayasaya aykırı ama diyerek onay vermiştir. Keza Efrin işgal sürecinde AKP’nin arkasında durmuştur. Diğer yandan 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Yenikapı’da AKP’nin yanı başında saf tutmuştur. Örnekleri çoğaltmak mümkün!

Başkanlık Rejiminin yaşama geçirilmesi bağlamında, CHP’ye toplumsal muhalefetin gazını alma, umudunu kırma ve direncini düşürme görevi verilmiştir

Başkanlık Rejiminin yaşama geçirilmesi bağlamında, CHP’ye toplumsal muhalefetin gazını alma, umudunu kırma ve direncini düşürme görevi verilmiştir. CHP, muhalefet yapıyormuş gibi davranarak AKP iktidarının işini kolaylaştırmıştır. Başından bu yana yapılan budur. Söz konusu olan Kılıçdaroğlu veya başka bir şahsiyetin kişisel tasarrufu değil devletin bekası adına yürürlüğe konulan projede yapılan görev paylaşımıdır. Nitekim 24 Haziran öncesinde Muharrem İnce’nin muhalefetin lideri olarak öne çıkarılması ve seçim gecesi ortaya konulan tutumda bunu göstermiştir.

CHP, AKP iktidarından usanan, ondan kurtulmak isteyen milyonların tepkisini yine düzenin karanlık dehlizlerinde heba etmiş, yığınların umudunu ve geleceği kazanma, bir şeyleri değiştirme inancını parçalamıştır. Bu İnce’nin kendi başına verdiği bir karar değildir. Bir parti politikasıdır. Bu politikanın devam edeceğine de kuşku yoktur.

İYİ Parti, yeni kurulan bir harekettir. Büyük beklentilere girmişlerse de istedikleri oranda bir oy alamadılar. Ne var ki bu kadar kısa zamanda aldıkları oy oranı bile azımsanmayacak düzeyedir. İYİ Partinin isminden, kullandığı söylemlere, MHP çizgisinde olmadıklarına yönelik açıklamalarına kadar bir dizi veri, söz konusu partiyle Türk hakim sınıflarının geleceğe yatırım yaptığı yönündedir. Zira Meral Akşener, köy yakmaların, faili meçhullerin, kitle katliamlarının yoğun olduğu 90’lı yıllarda Tansu Çiller’in İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştır. Bu açıdan, halk düşmanlığında tescilli bir sicili vardır.

Bugün geniş yığınlara umut olarak sunulması bir yanılsamadan ibarettir. Düzene duyulan öfke ve tepkinin, AKP’ye hapsedilerek sistem içine yeniden kanalize edilmesi tutumudur.

İYİ Parti egemenler açısından AKP’nin artık “deliğe süpürülme zamanı geldiğinde” gerici-faşist bir alternatif olarak elde tutulmakta, hazırlanmaktadır. Finans Times vb. emperyalist merkezlerin sözcüsü odakların Meral Akşener’e dair söylemleri ve beklentileri de bunu göstermektedir. Açık ki, İYİ Partinin AKP karşıtlığı ezilenlerin yararına bir kaygıdan beslenmemektedir. İYİ Parti, gerici, şovenist ırkçı; Kürtlere, emeğe ve ezilenlere sonuna kadar düşman bir düzen partisidir.

Bugün ki işlevi, AKP’den umudunu kesebilecek muhafazakâr sağ seçmene bir adres olmaktır. Gelecek açısından AKP’nin yerini doldurabilecek bir alternatif olarak hazırda tutulmaktadır.

 24 Haziran seçim sonuçları düzleminde HDP ve Devrimci, Demokratik toplumsal dinamiklerin durumuna ilişkin siyasal değerlendirmeleriniz nelerdir?

Partizan: Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Partizan olarak 24 Haziran seçimlerinin gerçek kazananının HDP ve HDK ile onlarla ittifak kurmuş olan devrimci, ilerici güçler olduğu kanaatindeyiz. Bu açıdan başarıyı sağlayan çeperin, HDP’yi de aşan bir sınırı olduğu görülüyor. Nihayetinde HDP veya HDK’ye üye olmayan hatta bugüne değin araya önemli oranda mesafe koymuş çok sayıda siyasal özne bu süreçte HDP ile birlikte hareket etme tutumu belirlemiştir. Temsil ettiği ve etkilediği kitle bakımdan görece sınırlı olsa da, devrimci, ilerici güçlerin birlikte hareket etme, yan yana durma tavrının önemli bir sinerjiyi açığa çıkardığı bir gerçektir. Açık ki devrimci, ilerici güçler örgütsel gerçekliklerinden çok daha büyük bir enerjiyi yan yana durarak açığa çıkarmayı başarmışlardır.

Kuşkusuz, tek adam sultasıyla yaşama geçirilen, ‘süreklileşmiş OHAL’ düzeni tüm devrimci, demokratik güçleri objektif olarak yan yana durmaya zorlamıştır. Sınıf mücadelesinin nesnel yasalarına gözünü kapamayan bir yaklaşımın kolayca okuyabileceği gerçek budur. Bunun gereklerini yerine getirmek, AKP iktidarıyla kurumsallaşan faşist diktatörlüğe gerçek anlamda güçlü bir karşı koyuşu inşa etmek isteyip istemekle ilgilidir. Gelinen aşamada, faşist diktatörlüğün tek adam rejimine geçtiği, OHAL’in artık yasal bir kılıfla nihayetinde süreklileştiği, her türlü devrimci, demokratik kazanım ve mevzinin hedef tahtasına konulduğu bir iklimi yaşıyoruz. İlerici, devrimci, yurtsever muhalefetin kuşatıldığı ağır bir süreci yaşıyoruz!

Kitle hareketinin enerji biriktiren ancak henüz açık bir hesaplaşmaya gir(e)meyen düşük düzeydeki gerçekliği, tüm devrimci, demokratik güçlerin yan yana durmasını, birleşik mücadelesini daha zorunlu hale getirmektedir.

Açık ki, başta çelişkinin çok derin ve ağır olduğu Kürt ulusal sorunu, işçi sınıfı ve emekçilerin biriken korkunç öfkesi, bir türlü geri adım attırılamayan kadın özgürlük mücadelesi ve LGBTİ hareketi; toplumun Sünni inancı  etrafından muhafazakârlaştırılmasıyla iyice ötekileştirilen ve IŞİD korkusuyla teslim alınmak isteyen demokratik Alevi hareketi, tüm bunlar hala çok diri dinamikler olarak varlığını sürdürüyor.

Bu dinamiklerin sınıf mücadelesini ileri taşıyacağı ve sınıf düşmanlarına güçlü darbeler indirecek atraksiyonlar yapacağına şüphe yok. Soru(n), bunun ne zaman ve nasıl olacağında ve söz konusu öfke patlamalarının nereye evrileceğindedir. İşte devrimci, ilerici güçlerin 24 Haziran’da sergilediği başarılı deneyim, söz konusu sorunun yanıtı olmaya adaydır!

 ‘’Yeni’’ sistem değişikliği ile birlikte emekçiler ve ezilenler açısından ekonomik ve siyasal saldırı ve kuşatma daha da derinleşecektir. Yeni dönemde emekçiler ve ezilenleri bekleyen tehlikeler nelerdir?

Partizan: Tek adam sultası ile hakim sınıflar ilk olarak sınıf düşmanlarına daha güçlü bir zırhla ve daha etkin silahlarla saldırma yaklaşımını yaşama geçirmiştir. R.T. Erdoğan’ın, “OHAL altında hiç grev oldu mu? Sorusuyla patronlara ve de ezilenlere verdiği mesaj budur.

16 yıllık iktidarı boyunca, Kemal Derviş yasalarını bir bir yaşama geçiren AKP iktidarı, coğrafyamızın yer altı ve yer üstü kaynaklarını sınırsızca emperyalist tekellerin talanına açmıştır. Özellikle de 2008 yılında emperyalist-kapitalist sistemin içine girdiği krizle bu talan ve yağmada vitesin büyüğüne şahit olduk. AKP iktidarı, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin tüm kazanılmış haklarına gözünü dikmiş, dizginsiz/kuralsız bir çalışma rejimini yaşama sokmaya çalışmıştır. Bunda belli oranda da başarılı olmuştur. Sermayenin sömürüsü önünde en ufak engele tahammül edemeyen bir tablo ile karşı karşıyayız. Ne var ki üretimden kopuk, rant ve yağma ile ayakta duran ve emperyalizme göbekten bağımlı bir iktisadi yapının sonucu olarak krizler TC’de yapısal ve süreklidir.

AKP iktidarının geniş yığınlar nezdinde meşru ve kabul edilebilir kılınmasının temel yollarından biri sürekli bir biçimde vurguladıkları gibi “istikrar” mottosudur. Gelinen aşamada yol bitmiş, deniz tükenmiş, Başkanlık rejimiyle de köprüler geçilmiştir. Körfez ülkelerinden gelen sıcak para kesilmiş, çarklar artık dönmez olmuştur. Dolar ve Euro’da korkunç yükselişte bunun bir göstergesidir. Zaten seçimlerin bunca erkene alınması, ekonomik krize başkanlık sopasıyla girmek içindi. Nihayetinde her kriz yeni bir yağma ve ekonomik alanda sermaye gruplarının yer değiştirmesi anlamına gelir. Tabii etkili bir karşı koyuş ve çıkış, emekçilerin mücadelesiyle tablo değiştirilemez ise! Bu başarılamazsa krizin faturasını ödeyen yine geniş emekçi yığınlar olacaktır.

Türk hakim sınıfları, kendi yarattıkları krizin yükünü emekçilerin sırtına atacak, ve krizi fırsata çevirmenin hesaplarını yapacaktır. Süreç bu anlamda bir yanıyla oldukça zorlu diğer yandan devrimci politika üretme açısından zengin bir zemin sunmaktadır. Devrimci siyasi öznelerin etkili bir çıkış yapamaması durumunda yığınların krizle birlikte sokağa dökülmesi muhtemel tepkileri, CHP-İYİ Parti ve diğer düzen partileri eliyle bir kez daha düzen içine akıtılacaktır.

Görünen o ki bizi çok büyük bir yoksulluk ve yoksunluk beklemektedir. Bu da önümüzdeki süreçte, devrimci politikanın emek ekseninde üretilmesinin gerekliliğini önümüze koymaktadır. Bu açıdan ilk atmamız gereken adım, işçi sınıfının çeşitli biçimlerde kendiliğinden bir şekilde başlayan direniş ve eylemleriyle ilişkileri geliştirmek bu sinerjiyi 24 Haziran’da barajları yıkan dinamik ile buluşturmak olmalıdır.

 Faşizme yada diktatörlüğe karşı devrimci ve demokratik platformlarda ‘’Birlik, Demokratik Cephe ‘’ vb tartışmalar yürütülmektedir. Bu bağlamda hem bu tartışmalara ve hem de devrimci, demokratik toplumsal dinamiklerin önümüzdeki dönem siyasal mücadele hattı ne olmalıdır? Sorusuna dair çözüm önerileriniz ve perspektifiniz nedir?

Partizan: Önümüzde son derece çetin mücadele günlerin olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Sınıf çelişkilerinin son derece derin olduğu bir sürecin içinden geçiyoruz. Bugün çelişkiler derinlerde ve kendini belki de çok hissettirmeden keskinleşmektedir. Ne var ki ekonomik krizin bu çelişkilerin niteliğini değiştirme ve etkili siyasal ve toplumsal sonuçlar çıkaracak bir muhtevaya çevirme potansiyeli de yüksektir. Önümüzdeki dönem açısından, çelişkiler arasındaki çatışmanın daha açık, sert ve daha görünür bir biçim alacağını öngörmek mümkün. Gerek çelişkilere dair olası beklentiler gerekse mevcut durumda faşist diktatörlüğün azgın saldırganlığı karşısında ki gerçekliğimiz, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin birleşik mücadelesini yakıcı bir ihtiyaç kılmaktadır.

Bu sorunla ilişkili bir adım olarak, yasa dışı mücadele düzleminde ortaya çıkmış varlığını sürdüren radikal platformlar mevcuttur. Söz konusu platformların son derece önemli olduğunun altını çizmek isteriz. Açık ki her birlikteliğin farklı siyasi hedefleri ve etkileri bulunuyor.

Demokratik alan açısından, 24 Haziran’da ortaya çıkan sinerjinin sürdürülmesi, “Birlik”, “Demokratik cephe” vb. isimlendirmeler altında ve biçimlerde yürütülen tartışmaların anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Hâlihazırda Partizan olarak biz, Halkların Demokratik Kongresi bileşeniyiz. Ne var ki 24 Haziranın enerjisini kucaklayacak ve tek adam rejimi/diktatörlük koşullarında birleşik direnişi büyütecek yeni yöntem ve araçlara da açığız. Buna da ihtiyaç olduğu görüşündeyiz.

Bu bakımdan çeşitli isimler etrafında yürütülen tartışmaların demokrasi mücadelesinin bir parçası olan en geniş kesimlerle birlikte yürütülmesi gerektiği inancındayız. Söz konusu tartışmaların henüz yeni, derinleştirilmeye ve olgunlaşmaya ihtiyaç duyduğu açık. İktisadi alanda yaşanan krizin daha büyük ataklarla su yüzüne vuracağına bunun ezilenler cephesinde büyük bir yoksulluk ve işsizliğe neden olacağına, söz konusu gelişmelerin yığınların öfkesini besleyeceğine ve sokağa döküleceğine şüphe yok.

Sonuçları itibariyle, 2001 krizini aşan bir kriz gerçekliği ile karşılaşacağımız açık. Bankların ve şirketlerin iflas ettiği, esnafın battığı, milyonlarca insanın işsizlik ve yoksulluk girdabında yaşam mücadelesi verdiği bir geleceğe doğru yol alıyoruz.

Tüm bu tablo, toplumsal bağlamda çok büyük çalkantıların yaşanacağına işaret ediyor. Ne var ki tüm bu saydığımız faktörlerin, siyasal alanda ezilenler açısından somut kazanımlar ve değerler yaratabilmesinin yegâne yolu ise örgütlü bir nitelik kazanmasından geçiyor.

Nihayetinde devrimci siyaset düzleminde örgütlü bir muhteva kazanamayan her kendiliğinden hareket düzen partileri tarafından manipüle edilmeye son derece açıktır. Bu durumda, ezilenlerin öfkesi ya İYİ Parti –CHP veya başka düzen partilerinin yelkenini şişiren bir rüzgâra çevrilecektir. Bunun sonucunda bu partiler iktidara taşınacak ya da hareket bu noktaya gelemez ise bizzat AKP iktidarı tarafından değişik yol ve yöntemlerle manipüle edilerek sönümlendirilecektir.

İkincisinin ilk tercih olacağı açıkken bunun işe yaramadığı noktada AKP dışındaki seçeneklerin masaya sürüleceğine şüphe yoktur. Düzenin ekonomik ve buna doğrudan bağlı bir şekilde siyasal krizlerin geniş kitlelerin yaşamını doğrudan etkileyecek bir nitelik kazanacağı bu anda, devrimci, ilerici güçlerin, farklılıklarıyla birlikte birleşik mücadeleyi, emek ekseninde büyütebilecekleri bir çizgide yol almaları acil bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.

Bilinir ki işçi sınıfı, diğer tüm sınıf ve katmanları bir arada tutma kabiliyetine sahip olduğu kadar her türlü saldırı karşısında uzun soluklu bir direniş gösterme potansiyeli de taşır. Coğrafyamız bu açıdan son derece zengin deneyimlerle doludur.

Teşekkür ederiz, mücadelenizde başarılar…

Not: Başlık ve spot bize aittir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu