Makaleler

Yeni yol haritası, devletin yeni çizdiği “Menderes” mi?

Kürt meselesinde “yeni bir yol haritası” gündemi işgal etmeye başladı. “Çözüm süreci” denen “milli birlik” politikası açıklandığında tarihler 2009’u gösteriyordu. Devlet, Kürt meselesinde bir yol haritasının olduğunu kamuoyuna ilan etti. Türk egemen sınıfları her süreç değerlendirmesinde de “yol haritalarının” işlediğini, her şeyin güzel gittiğini belirttiler. Yani “kervan yolda dizilir” anlayışında olmadıklarını, her şeyin bir plan program ekseninde yürüdüğünü ifade ettiler. “Çözüm sürecinin” hangi demokratik adımları içerdiğine dair bir şeffaflık yokken çözüm sürecinin Kürt hareketini “çözme” politikası gayet şeffaf şekilde pratikleştirildi. Kürt sorunununda “çözüm” adına hak ve özgürlükler bir sır gibi saklanırken, yol haritasında Kürtler KCK operasyonları, gerillaya yönelik imha saldırıları, Paris’e kadar uzanan nokta operasyonları, kalekol-karakol sayısının artırılması, Rojava’da silahlı çetelerin desteklenerek devrimin boğulması ve Barzani ile işbirliği halinde hendek-duvarla kuşatılması gibi saldırılara çokça maruz kaldı.

Şunu artık sadece “çözüm sürecinin” kısa tarihinden biliyoruz ki ne zaman “yeni bir yol haritası” belirleyeceğiz, belirledik söylemi kamuoyu ile paylaşıldıysa ilk icraatları Kürtlere yönelik askeri, örgütsel ve psikolojik saldırı olmaktadır. Beşir Atalay 1 Haziran’da Kanal-7’de Başkent Kulisi adlı programda 19 Mayıs’ta Başbakan’ın başkanlığında yapılan toplantıda tarihi nitelikte kararlar alındığını, yeni bir yol haritası çizeceklerini, sonuca ulaşacak adımların atılma kararı alındığını belirtti. Yine 1 Haziran’da HDP heyetinin Öcalan ile yaptığı görüşmede Öcalan, “en önemli realite, sürecin yeni bir aşamaya gelmiş olmasıdır” diyerek somut adımları içeren bir yol haritası oluşturulacağını vurguladı.

“Yasal çerçeve, demokratik siyasetin önündeki engellerin kaldırılması, hasta tutsaklar, Terörle Mücadele Yasasının bir demokratik ülkeye yakışmayacağına dair vurguları, sanırım kendisinin devlet heyetiyle yaptığı görüşmede de ilk kez bir programa ve takvime bağlanmaya başlamış” diyen Sırrı Süreyya Önder iki noktada devletin adım atacağını ifade ettiğini belirtip sürecin iyi gittiğinin altını çizdi. Bu atılan adımlardan birisini, görüşmelerin yasal dayanağa oturtulması, ikincisini ise görüşmelerin bürokrasiyle sınırlı olmaktan çıkarılıp siyasi heyetler üzerinden yürümesi diye ifade etti.

Kesişen açıklamalar, devletin tükenmez hileleri!

B. Atalay’ın ve A. Öcalan ile görüşen HDP heyetinin yaptığı açıklamaların muhtevası örtüşüyor. HDP heyetinin açıklamalarına bakılacak olursa birkaç hafta içinde ciddi yeni adımların atılacağı ve tıkanıklıkların aşılacağı düşünülebilir. Hatta yeni gelişmeleri belirlenen üç aşamalı planın bir türlü geçilemeyen ikinci aşamaya geçişi olarak yorumlayanlar da var.

Hükümet ve Öcalan’ın yaptığı bu yeni açıklamalar, yeni gelişmelerin habercisi niteliğinde. Ancak bu yeni olası gelişmelere şüpheyle bakmak için de çok gerekçe var. Birincisi, genelde Türk devleti özelde ise AKP hükümeti iflah olmaz şekilde yalan, hile ve entrikacı bir karaktere sahiptir.

İkincisi, AKP “kamuoyundan” nabız almadan hiçbir adım atmama özelliğine sahiptir. Kamuoyuna açtığı bir tartışma o fikrin aynı zamanda olgunlaşması adı altında bıktırıcı ve iflah olmaz bir oyalama haline gelmektedir. Eski olan ne varsa yeni adı altında adeta sündürülerek tartışmaya açılıyor ve bu arada kayda değer hiçbir adım atılmayarak sürekli zaman kazanılıyor.

Ki bunun işaretleri şimdiden var. 2 Haziran’da hükümet sözcüsü Bülent Arınç konuyla ilgili bir yasal düzenleme çalışmasının gündemde olmadığını belirterek B. Atalay’la “koordineli” bir şekilde çelişkiye düştü. Yine Amed’de konuyla ilgili yine yeniden bir “çalıştay” yapılacağı ilan edildi. Bu yöntem AKP açısından her daim konuyu tartıştırarak zaman kazanmanın bir taktiği olmuştur. Muhtemelen “çözüm süreci” bu tartışmalarla tüketilirken Haziran sonunda meclisin kapanması, C.başkanlığı seçimi vs. bahane edilerek hiçbir adım atılmayacaktır 2-3 ay içinde. Sonrası içinse AKP “Allah kerim” diyecektir.

Üçüncüsü, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Kürt meselesinde kritik bir eşiğe gelinmiş ve süreç mevcut haliyle yönetilemez hale gelmiştir. Bu durum yeni bir kısa vadeli zaman kazanmak için pratiği olmayan ama vaadi bol bir somut program ekseninde oyalama taktiğine hükümetin ihtiyaç duymasıdır. Bu gereksinim “yeni” adı altında bildik taktiğin uygulanması potansiyeli taşımaktadır. 

Barışın gölgesine sığınan saldırılar!

Devlet “umut” vaat eden yeni yol haritası açıklamaları yaptığında, o vaatten önce askeri, örgütsel ve psikolojik saldırı geliyor. Bu yasa yine şaşmadı. B. Atalay’ın tarihi diye nitelediği 19 Mayıs toplantısında belli ki yeni saldırılar da kararlaştırılmış. B. Atalay; “Biraz daha ciddi adımlar atılmaya başlayınca, yine birileri bunu sabote etme yönünde farklı provakatif davranışlara ve tutumlara giriyor” (Kanal-7, 1 Haziran) diyerek meşru, haklı, demokratik eylemlere saldırarak yeni süreçte Kürtlerin mücadelesinin karşısına yine “çözüm sürecini”, “yeni süreç” argümanını dikmekten geri durmamıştır. “Müzakerede” yeni yol haritası açıklamalarından önce Lice’de kalekol protestosunda halka saldırı ve saldırının katliama evirilmesi, çocuğu gerillaya katılan ailelerin çocuklarının geri gelmesi taleplerinin medya tarafından birden gündemin ilk sırasına taşınması, buna T. Erdoğan’ın üst perdeden katılarak psikolojik savaşa girişmesi, Rojava sınırında geçişlerde hedef alarak Kürtlerin katledilmesi gibi gelişmeler yaşandı. Bu arada TC’den bağımsız olmadığından şüphe duyulmayan Barzani’nin KNK ve PÇDK’ya yönelik saldırıları da bu süreçte gerçekleşti. T. Erdoğan ailelerin talebi üzerinden HDP’ye “gidip bu çocukları getirin yoksa biz B ve C planlarımızı uygulayacağız” diye tehdit savurdu. Bu tehdidin askeri saldırganlığı çağrıştırmasından çok, HDP’ye yönelik üstenci psikolojik saldırısı esastır. Bu devletin klasik mücadele biçimlerinden biridir.

Devlet “diyalog ve barış sürecine” eş güdümlü olarak elindeki tüm şiddet araçlarını hiç esirgemeden kullanmaktadır. Bu açıdan devlet Kürtlerle mücadeleyi çok yönlü ele alarak kavradığını “entegre” strateji olarak ifade ederek göstermiştir. Bunun yanında “barış ve çözüm süreci” adı altında gerek Kürtlerin gerekse de diğer tüm toplumsal kesimlerin mücadelelerini süreci provoke etmek, sürecin karşıtı olmakla suçlayarak kırma çabasından hiç geri durmamıştır. Adeta süreç demagojisiyle tüm mücadeleleri esir almaya, kendisine mahkum etmeye çalışmıştır. Bu durum özellikle son bir yıldır Kürtler üzerinde etkili de olmuştur. Ki 28 Mayıs’ta Hüseyin Ali, Gündem gazetesinde “Şöyle olursa, böyle olursa süreç bozulur demagojisi Kürt Halk Önderi’nin ve Özgürlük Hareketi’nin öngördüğü süreci geliştirmez” diyerek geçen 1,5 yıllık süreçte AKP’nin psikolojik saldırıları ile çözüm sürecine kendine nasıl zırh haline getirdiğini ve mücadelenin ivmesini nasıl düşürdüğüne dikkat çekmiştir.

“Yapıcı belirsizlik” mi? “Yıkıcılığı belli” faşizm mi?

Hiç kuşkusuz içinden geçilen tarihsel süreç Kürt meselesi bağlamında TC’nin lehine değil Kürtlerin lehine gelişmektedir. Yani diyalog ile sorunun yeni bir denge kurulması en çok da TC’nin gereksinimidir. Oysa bu gerçeklik pratikte farklı yaşanmaktadır. Hassas olan, sürece dair tavizlerle barışçıl yol uğrunda sorumlu yaklaşan Kürtler olmaktadır. Devlet ise olabildiğince sorumsuz, saldırgan ve provakatiftir.

Şimdi sürecin tıkandığı, Kürtlerin mücadelede yeni bir ivme yakalama noktasına geldiği aşamada devlet bu azmi kırma hesabı yapmaktadır. Yeni yol haritası ve tarihi toplantıların bu amaç doğrultusunda şekillendiğinden şüphe duymamak gerekir. Ancak bu yeni sürecin siyasal olarak Kürtler lehine yeni kazanımları da içereceği açıktır. Kürt ulusal hareketi meşruiyet sınırını genişletecek, siyasal özgürlük ve yasal kazanımlar artacaktır.

Bu yeni denen sürecin esas amacının birincisi, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Kürtlerin desteğini alma çabasıdır. Yeni yol haritasını kurmayları ve Kürt hareketi üzerinden yaygınlaştırarak Kürtlerin desteği alınmaya çalışılıyor. Kendisi ise doğrudan Kürt hareketine karşı zehirli, şoven ve saldırgan bir dil kullanarak şoven tabanının tepkisini azaltma gayretindedir. Bildik bir oyun kurgusudur bu.

İkincisi, Kürtlerin atılmayan adımlara karşı tepkisi ve yükselme eğilimi gösteren mücadelesinin kırılması amaçlıdır. Gerçekten devlet açısından yeni bir yol haritası oluşturma süreci örgütleniyorsa, bu örgütlenme sürecinin önemli bir ayağının Kürtleri zayıf düşürme ve pazarlık gücünü üstün tutma olacağı açıktır. Sürecin bu evresi “yapıcı belirsizlik” olarak da tarif ediliyor. Sürecin belirsizlik içerdiği doğrudur ama yapıcı denen şeyin devletin kendi bekası için geçerli olduğu, Kürtler içinse bunun yıkıcı olan yanı plan içindedir. Bunun için her türlü şiddet aracını ve psikolojik mücadeleyi kullanacağı da görülmelidir.  Dün nasıl bunu katliamlarla, tutuklamalarla yaptıysa bugün de aynı dozda olmasa da yeni saldırganlıklarla gerçekleştirmekten geri durmayacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu