DerlediklerimizGüncel

Ragıp Zarakolu | Haşa huzurdan

İlla benzetmek gerekirse, onu Bayar’a benzetirim. Bayar’ın yanlışlarını daha aşırı düzeyde tekrarlama yolunda inatla yürüyor.

Haşa huzurdan, asla RTE ile Menderes’i birbirine benzetmedim. İlla benzetmek gerekirse, onu Bayar’a benzetirim. Bayar’ın yanlışlarını daha aşırı düzeyde tekrarlama yolunda inatla yürüyor.

İlla Bayar/Menderes ikilisine benzer bir ikili ile mukayese yapılmak istenirse, RTE’nin C. Başkanı ve Davutoğlu’nun başbakan olduğu ikili irdelenebilir. Davutoğlu, iyi kötü, yeterli yetersiz, 30 küsur yıllık bir çatışmaya son verecek bir mutabakat sağlamıştı Dolmabahçe’de. Birisi masayı deviriverdi. Bana yaramayan barış da neymiş deyip.

Bence farklı eğilimlerde kişileri bir araya getiren AKP’nin başlangıç ruhunu bugün RTE’den çok Davutoğlu ve diğer ayrılanların projeleri temsil ediyor.

AKP diye bir şey kalmadı ve bunu yapma şerefi RTE’ye ait.

Tıpkı, Demirel’in DYP’nin ipini çekmesi gibi, Cindoruk yerine Çiller’i seçerek.

Ya da Özal’ın C. Başkanı olup ANAP’ın ipini çekmesi gibi.

DP’nin ipini sonuç olarak, Cunta ile Bayar’ın çekmesi gibi.

AKP bitti aslında. Şimdi yaşananlar post-Erdoğan dönemi için yapılan miras kavgası.

AKP’nin kuruluş koalisyonunda sosyal demokrat, 68’li arkadaşım Ertuğrul Günay da yer aldı mesela. Ertuğrul Günay, Deniz’in de Hukuk Fakültesinden arkadaşıydı diye bir hatırlatma yapalım. Üniversite işgalinden sonra fakülte nezdinde ilk seçilen öğrenci temsilcisi olmuştu.

12 Eylül cuntası Ertuğrul Günay’ı da zindana atacaktı elbet. Doğan Akhanlı ve diğer çokları gibi o da babasının cenazesine katılamadı. Günay Orduluydu. Terzi Fikri ile dostluğu vardı. Belki de RTE’nin Günay’a tahammül etmesinde onunla aynı kökenlere sahip olmasının da etkisi vardı.

Neyse, burada duralım. Bir de buradan ortalığı velveleye verdirmeyelim!

Daha sonra yolumuz Bosna’daki kıyım sırasında Saraybosna’ya gidecek delegasyonun hazırlık toplantılarında kesişecekti. İHD Genel Başkan yardımcısı olarak katılmıştım toplantılara. Saraybosna abluka altında olduğu için kente ancak, bir çeşit yeraltı lağım tünelinden ulaşılabiliyordu. Hazırlık sürecinde devletin resmi soykırım inkarcısı Türkkaya Ataöv ile kapışınca delegasyona katılmadım.

Saraybosna’ya barış sağlandıktan sonra 2007 Temmuzu’nda düzenlenen Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Birliğinin ödülünü almak için gidecektim.

Ertuğrul Günay, bence Hasan Ali Yücel’den sonra en başarılı kültür bakanı oldu. Bir anlamda da kültürü korudu. Ona tahammül edilmesinin nedeni ise gerek ülkede gerekse ülke dışında farklı imaj sunma ihtiyacı idi.

Yassıada’da Demokrasi Müzesi açma da onun fikri idi. Ama müteahitorokrasi, Reis’ten orayı da inşaata açma iznini almayı başardı. Orayı da yağmalayacaklar.

Bütün Adalar sırada aslında. Önce Atları vururlar!

2011 Kasımı’nda akşamüzeri evimin kapısından kaçırılırcasına gözaltına alındıktan sonra, Ertuğrul Günay İstanbul Kitap Fuarında benimle dayanışma, cezaevine bana kitap yollama cesaretini de göstermişti.

1969 Kanlı Pazarındaki kıyım girişimini protesto için İstanbul Valiliğine başvurumuzu onun da imzası ile yapmıştık.

Kars’taki, karşılıklı acıyı sembolize eden anıtın Reis tarafından “ucube” diye tanımlanması ve bu sanat yapıtının yıktırılması, sadece basit bir istimlak olayı değil, Yeni Dönemin işaret fişeği idi.

Günay için de bir yol ayrımı oldu bu.

Günay ile başlayan AKP’den kopma süreci eski C. Başkanı Abdullah Gül’den, parti kurucusu bakanlara, kendi başbakanı Davudoğlu’na kadar uzandı.

Maalesef Bayar’ın uzlaşmaz ruhu Çankaya’ya, pardon Başkanlık Sarayına nüfuz etti.

Vatan Cephesi anlayışı da.

Kürt aydınlarına yönelik operasyon için düğmeye ilk Bayar basmıştı. Bu operasyonu sürdürme şerefi ise MBK Cuntasına düşecekti.

Vatan Cephesi kurarak yurttaşları iki kampa bölme, tek parti rejimine dönüş anlamına gelen Tahkikat Komisyonu da onun parlak projeleri idi.

Duyduğuma göre Başkanlık Sarayında büyük bir kütüphane de oluşturuluyormuş. Olumlu. Hatta bir yasak kitaplar bölümü de olacakmış. Bu da ilginç…

Danışmanlar için özellikle iyi bir şans. Hele hele sözcüler için!

Latife Hanım, Çankaya’da bir gün “Kemal, bu eşkıya kılıklı kişilerle ne işin olabilir” diye sormuştu. Akşam sofrasına giderken, onun yanıtı da “Öyle deme Latife, onlara o kadar çok şey borçluyum ki” olmuştu.

Allah, kimseyi eşkıyaya muhtaç bırakmasın.

Yoksa son af çıkar mıydı! (Artı Gerçek, 09.05.2020)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu