GüncelYorum

YORUM | Bu Memleket Kimin?

"Bir ulusu ve onların haklı mücadelesini Türk halkı açısından büyük bir tehdit olarak lanse edip, ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikalarına tam gaz devam eden iktidarın, bu faşist projelerinin başarısızlıkla sonuçlandığını söylemek çok mümkün değildir"

Geçtiğimiz haftalarda Sakarya ve Afyon başta olmak üzere, sosyal medyada da hem olumlu hem olumsuz anlamda karşılık bulan ırkçı saldırılar yaşandı.

4 Eylül tarihinde Mardin’den mevsimlik işçi olarak Sakarya’ya fındık toplamaya gelen işçilere saldırıldı. Özelde bir kadın işçinin darp edilmesi gündem olurken, işçilere küfür, hakaret edildi ve fiziksel şiddet uygulandı.

Saldırıya uğrayan Kürt işçiler, Jandarmaya haber verdikleri halde herhangi bir dönüt alamadıklarını,

Jandarmanın yolu bulamadığı için gelmediğini belirttiler. Valilik tarafından yapılan açıklamada ise saldırıya uğrayanlar tarafından Jandarmaya herhangi bir bilgi verilmediği, hatta olayın daha eski bir tarihte ve başka bir şehirde yaşandığı iddia edildi.

O saldırının ardından 13 Eylül tarihinde ise Afyon’un Dinar ilçesinde inşaat işçilerine yönelik saldırı yaşandı ve bir işçi hayatını kaybetti. Erciş’li olan işçinin yaşamını yitirdiği olaya ilişkin Afyon Valiliği tarafından yapılan açıklamada ise yapılan haberler hedef alındı ve “toplumsal bir olay değil” vurgusu yapıldı.

15 Ağustosta gerçekleşen bir başka olayda ise, zorunlu askerliğini Edirne’de yapan Doğan Çetin, Kürtçe konuştuğu ve anadilinde eğitimi savunduğu için başka askerler tarafından darp edildi. Bu saldırı da daha üst rütbeliler tarafından görmezden gelindi.

Bu saldırıların hesabını sormak bir yana dursun, her zaman olduğu gibi olayın üstü kapatılmaya, yalanlarla manipüle edilmeye çalışıldı.

Türk olmayana her saldırı caiz! Ceza yok, teşvik var

Yaşanan saldırıların toplamına baktığımızda bunların, TC devletinin var olduğu günden bu yana, iktidarın ise yıllardır üzerinde yükseldiği faşist ideoloji ve pratiklerin birer yansıması, sonucu olduğunu görebiliyoruz.

TC devletinin temel yapı taşı olan faşizm ve tek devlet, tek millet, tek bayrak safsatası toplumu ve özelde işçi sınıfı başta olmak üzere ezilenleri ayrıştırmanın bir aracı olarak kullanılıyor.

“Türkiye Türklerindir” gibi bir slogan ile yola koyulan ve temellerini asimilasyon gibi hedefler üzerinden kuran TC’de, elbette ki şimdiye kadar sadece Kürtler değil, Rumlar, Çerkezler, Ermeniler ve birçok milliyetten insanlar bu politikalara maruz kaldı, yerinden yurdundan sürüldü, katledildi. AKP iktidara geldiğinden bu yana ise şovenist politika ve söylemleri, sınır ötesi operasyonları ile Türk milliyetçiliğini her defasında daha fazla körükleyerek tekçi zihniyeti pekiştirmiş ve halklar arasındaki ayrışmayı üst boyutlara taşımaya çalışmıştır.

Faşizm, şovenizm elbette ki bu sistemin kendi içerisinden çıkan yani bu sistemden bağımsız olmayan olgulardır. Bir ulusa üstünlük atfetmek, diğer ulusları daha aşağı, barbar, ikinci sınıf görmek bu politikaların, yani sistemin savunucularının bizzat yarattığı geri algılardır ve her daim mücadele etmeyi gerekli kılmaktadır.

Son süreçte başta Rojava devriminin tüm dünyada karşılık bulması ile daha çok alevlendirilen faşizm, Türk işçi sınıfını çembere almış ve Kürt işçi sınıfı ile aralarına duvarlar örülmesine sebebiyet vermiştir. Elbette ki sadece farklı uluslardan işçi sınıfı için geçerli değil bu durum.

Toplumun tamamının damarlarına nakşedilmeye çalışılan faşist ideoloji, her alanda karşımıza çıkmaktadır.

Hakim ideolojinin kapsama alanı, etkilediği kitle elbette ki toplumun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır ve doğalında ırkçılığın bu kadar yoğun yaşanması beklenmedik bir durum değildir. Ancak bu durum kendi içerisinde birçok tezatlık barındırmaktadır. Mesela Amerika’da yaşanan ırkçılık olayları ve George Floyd’un katledilmesi ile beraber Türkiye’de de çok fazla tepki gösterilmiş ve ırkçılığın ne gibi sonuçlar doğurabileceği, ne kadar “kötü” bir şey olduğu vs. üzerine her kesimden tepkiler yükselmiştir.

George Floyd’un veya dünyanın herhangi bir yerinde, rengi, dini, dilinden kaynaklı ayrımcılığa, ırkçılığa maruz kalan bir insan için ses çıkarma cüreti gösterilirken, yanı başımızda Kürtlere yönelen ırkçı saldırılara ses çıkarmak çok daha uç bir noktada durmaktadır. Hatta George Floyd’un öldürülmesine ses çıkaranlar, sosyal medyadan çıkıp gerçek yaşamlarına döndüklerinde Kürtlerin anadilini konuşmasını bir tehdit olarak görmektedirler. Türk oldukları için bir insandan üstün olduklarını düşündüren safsatalara körü körüne inanmaya devam etmektedirler.

Şovenizm Almış Başını Giderken…

İçerisinden geçtiğimiz süreç ile birebir bağlantılı olarak ırkçı saldırıların, şoven politikaların yükseldiğini tekrar söylemek yanlış olmayacaktır. Özelde son süreçte “sınırlarımızı tehdit ediyorlar” mavalını okuyarak Kürt ulusunun kazanımlarına saldıran, sınır ötesi operasyonları ile saldırılarını üst boyuta taşıyan iktidar bu saldırıların en büyük sorumlusudur.

Bir ulusu ve onların haklı mücadelesini Türk halkı açısından büyük bir tehdit olarak lanse edip, ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikalarına tam gaz devam eden iktidarın, bu faşist projelerinin başarısızlıkla sonuçlandığını söylemek çok mümkün değildir.

Bunun sebebi elbette ki yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, yıllardır, kullanılabilecek bütün araçlarla empoze edilen faşist ideolojinin yaygınlığıdır. Ayrıca bu şoven, saldırgan, ırkçı politikalar ile mücadele etmesi gerekenlerin yani başta devrimci ulusal ve sınıf hareketinin son süreçteki güçsüzlüğü de bu durumu tetiklemekte ve daha kolay yaygınlaşabilmesinde bir payı bulunmaktadır.

Genel siyasal durum böylesi saldırılara mahal vermektedir. Ki şimdiye kadar Kürtlere, kadınlara, LGBTİ+’lara yapılan herhangi bir ayrımcılığın, uygulanan şiddetin, çok nadir istisnalar dışında herhangi bir cezai yaptırımı olmaması, cezai yaptırım uygulaması gereken devletin bu kesimlere bizzat saldırması, doğalında saldırıların yaygınlaşmasını beraberinde getirmektedir. Yapılması gereken ise apaçık ortadadır. Faşizmin yarattığı algıları yıkmak adına ideolojik, politik, pratik teşhirler yapmak, bunu özelde Türk işçi sınıfı içerisinde yapmak.

Hakim sınıfın ideolojisinin toplumun da hakim ideolojisi olduğunun ayırdına varılmalı ve bu durum karşısında güçlü bir mücadele örülmelidir. Bu elbette ki şoven politikaların teşhirini yapmadan mümkün değildir.

Kendiliğinden bir bilinçlenme beklemek bizi beklemeci tavra sürükleyecek ve işçi sınıfının ve toplum arasındaki ayrışmaya seyirci kalmamıza yol açacak, üstten belirlemelerle laf kalabalığı yapmamızdan başka şeye yaramayacaktır. Kürt kadın işçiye atılan o tokadın aynı zamanda Türk kadınlara, Türk işçi sınıfına da atıldığını, o tokadın, sadece Kürt olduğu için atılmış olsa dahi, sınıfsal ve cinsel bir şiddetin aracı ve göstergesi olduğunu göstermek, teşhirini yapmak ve doğru argümanlarla ikna etmek yapılması gereken şeydir.

Nesnel gerçekliğe baktığımız zaman faşizmin teşhirini yaygın bir biçimde yapmak ve işçi sınıfı başta olmak üzere Türk halkı içerisinde neredeyse kalıtsal olan şovenizmi yıkmak çok uzak bir ihtimal, daha doğrusu sosyalist, komünist (vs.) iktidar ile çözümlenebilecek bir durum gibi görünecektir. Ancak bu nesnel gerçekliğin sınırlarının zorlanamayacağı anlamına gelmemelidir, en azından bu sınırların son noktasına kadar gelebilmek büyük önem taşımaktadır.

Ki bunu belirsiz bir tarihe ertelemek şovenist politikaların zehrinin halka akıtılmasına destek olmaktır. Sadece solcu, devrimci, demokrat çevreler ile sınırlı kalan tartışmalar (ki şovenizm bu çevrelerin içinde de kök salmıştır), hakim ideolojinin bu hakimiyetine boyun eğmek anlamına gelmektedir.

Sadece devrimci çevrelerde bu siyaset yapış tarzına karşı mücadele yürütmek elbette ki güdük bir mücadeleyi doğuracak ve ilerletilemeyen, dar, kitleden kopuk bir mücadele halini alacaktır, almıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu