GençlikGüncel

YORUM | Eğitimde Pandemi politikaları

Derinlikli bir politikadan yoksunluğun kitlelerin yaşamındaki psikolojik ve sosyal sorunları nasıl tetiklediğini görmek gerekiyor.

Türkiye’de pandemi vakalarına ilişkin ilk olarak Sağlık Bakanlığı tarafından ardından 12 Mart’ta Cumhurbaşkanı yardımcısı İbrahim Kalın tarafından yapılan açıklamayla okullar, ilk ve orta öğretimde bir hafta, yüksek öğretimde 3 hafta olacak şekilde tatil edilmişi.

17 Mart’ta Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk yaptığı açıklamayla, 23 Mart’ta uzaktan eğitim sürecine geçileceğini, bu şekilde EBA uygulaması üzerinden eğitime online devam edileceğini duyurdu. 26 Mart’ta da YÖK Başkanı Yekta Saraç tarafından yapılan açıklamayla, üniversitelerin online eğitime geçeceği, uygulamalı derslerin telafisinin yaz aylarında gerçekleştirileceği açıklandı.

Pandemi sürecinde Türkiye’de 18 milyon’u aşkın öğrencinin eğitimi doğrudan etkilenirken, tüm dünyada eğitim politikalarının nasıl işletileceğine dair tartışmalar devam ediyor.

Birçok ülkede pandemi sürecinin başlamasının ardından eğitime kısa süreli de olsa belli bir ara verilmiş daha sonra aşamalı olarak online eğitimden yüz yüze eğitime geçiş başlamıştı. Birçok ülkede eğitimin 2020 yılında yüz yüze gerçekleştirilmemesi gündemdeyken, Türkiye’de tartışmaların esasını bu sürecin 18 milyon öğrencinin yaşamını nasıl etkileyeceğinden ziyade ekonomiye etkisi oluşturuyor.

Pandemi yayılımı açısından, üretimin fabrikalarda sürdürülmesi, aşamalı olarak hizmet sektörünün yeniden açılması tehdit oluştururken, 18 milyon öğrencinin eğitim yaşamına dair alel acela karar alındı. Süreç, salgının öğrenciler üzerindeki psikolojik-sosyal etkileri, nitelikli eğitim verilmemesi üzerinden değil, AKP-MHP hükümetinin ekonomi politikaları çerçevesinde ele alınıyor.

AKP-MHP hükümetinin pandemi sürecinde eğitim politikasının esasını ekonomiye etkisi belirliyor.

2239 Öğretmenin %93.8’i online eğitim nitelikli değil diyor.

EBA üzerinden gerçekleştirilen ilk ve orta öğretim dersleri, pandemi sürecinde eğitimin büyük oranda göstermelik bir şekilde sürdürüldüğünü ortaya koydu.

20 dakikalık periyotlar halinde televizyondan ve internet programlarından anlatılan dersler, Eğitim-Sen’ini yaptığı anket çalışmasına katılan 2239 öğretmenin %93.8’i tarafından niteliksiz olarak ifade ediliyor. ‘Eğitimde fırsat eşitliği’ iddasıyla ortaya çıkan EBA programı, teknolojik aletlere ulaşım noktasında sorun yaşayan milyonlarca öğrencinin yaşadıklarıyla birlikte eğitimde eşitsizliği uçurum boyutuna ulaştırdı.

Öğrencilerin eğitime erişebilmesi, teknik ihtiyaçların karşılanması noktasında (internet, bilgisayar, televizyon vb.) devletin attığı bir adım olmadı. Lise eğitiminin günlük 8-10 ders aralığından, EBA yayınlarında ders başına 20 dakikaya sıkıştırıldığı, ortalama bir buçuk saat gerçekleştiği bir durumda eğitimde yaşanan boşluğu doldurma noktasında bir adım da atılmadı. YKS sınavına bu koşullarda hazırlanan lise öğrencileri, birçok konunun derslerinden muaf tutulurken önceki sene sınava giren öğrencilerden farklı olarak, ertelenen sınavın turizmi etkilememesi için sınav tarihi öne alındı. LGS’ye giren öğrencilerin  de YKS’ye giren öğrencilerle aynı sorunları paylaştığını ifade edebiliriz. Milyonlarca öğrencinin sağlığının tehlikeye atılması da devletin bu konudaki keyfiyetini gösteriyor.

Uzaktan eğitimin niteliksizliği bu kadar aşikarken devlet, eğitim politikalarını bu niteliğin arttırılması, eğitimde yaşanan boşluğun doldurulması, öğrencilerin psikolojik, sosyal yaşamında görülen değişimlerden ziyade ekonominin nasıl etkileneceği, özel okulların kayıtlarını alma durumu ve sürecin nasıl kotarılacağını oluşturuyor.

İlk ve Ortaokullar 31 Ağustos’ta açılıyor mu?

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ilk ve orta öğretim eğitiminin 31 Ağustos’ta açılacağını ve yüz yüze eğitimin 21 Eylül’den itibaren uygulanacağını ifade etmişti.

Geçtiğimiz günlerde Ziya Selçuk tarafından yapılan açıklamada, somut bir ifade kullanılmasa da 8. ve 12. sınıf öğrencileri dışında destekleme ve yetiştirme kursu adı altında yüz yüze eğitime izin verilmeyeceği belirtildi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından okullardaki sağlık koşulları ile ilgili yapılan açıklama okulların açılması  konusunda belli bir fikir oluşturuyor.

Dünya’da okulların %50’ye yakınında herhangi bir temizlik malzemesi bulunmazken büyük kısmında su bulunmuyor. Dünya açısından okulların hijyen durumu böyleyken Türkiye açısından farklı bir durum söz konusu değil. Okulların büyük oranda pandemi koşullarında hijyen kurallarına uygun olmadığı ifade ediliyor.

Eğitim-Sen tarafından yapılan anket çalışmasında öğrencilerin tuvaletlerinden, öğretmenler odasına kadar tüm alanların fiziki mesafe koşullarına uygun bir boyutta olmadığı ifade ediliyor.

Eğitime ayrılan bütçede herhangi bir değişiklik gözükmüyor, özel olarak dezenfektanlar ve temizlik çalışanları için okulların temizliğine de bir bütçe ayrılmıyor. Öğretmenlerin %96.4 ü kendi sağlığından kaygılı iken eğitimin yüz yüze gerçekleştirilmesinin olumsuz etkileri olacağı ifade ediliyor. Yine Eğitim-Sen tarafından yapılan araştırmaya cevap veren öğretmenlerin %100’ü eğitime ayrılan bütçenin arttırılmasını talep etmiş bulunuyor.

Bu koşullar içerisinde, pandemi önlemlerinin devlet açısından esasta ekonomik etkileri göz önüne alınarak uygulanması, verilen kararların halk sağlığı açısından  sorunlar yığınına dönüşmesine kapı aralıyor! Sorunun öznelerini dışarıda bırakan, öğrencilerin eğitim yaşamından sosyal yaşamına kadar ortaya çıkacak sorunların gözardı edilmesinin hasarı derinleştireceği bir gerçek. Bu sürecin asgari hasarla atlatılması için herhangi bir adım atılmadığını ifade etmek gerekiyor.

Devletin LGS ve YKS sınavlarını öne alarak öğrencilerin sağlığı konusunda ki hassasiyetini de ortaya koymuş bulunuyor.Bunun Ziya Selçuk tarafından başarı olarak ifade edilmesi devletin süreci gerçeklerden ziyade “prestijimizi koruyalım” kaygısıyla ele aldığını gösteriyor.

Derinlikli bir politikadan yoksunluğun kitlelerin yaşamındaki psikolojik ve sosyal sorunları nasıl tetiklediğini görmek gerekiyor. Türkiye’de pandeminin en yoğun döneminde dahi üretimin sermayenin “çarkları dönsün” kaygısıyla devam ettiği, halk sağlığının şirket sağlığına tercih edildiği koşullarda, özel okulların kayıt alabilmesi AKP-MHP hükümetinin okulların açılması tartışmalarında özel bir yerde duruyor.

Pandemi sürecinin başlangıcından Haziran ayına dek 20 yaş altına uygulanan sokağa çıkma yasaklarının gençlik üzerindeki etkisi henüz incelenemezken eğitim konusunda pervasızca ortaya koyulan politikaların olumsuz sonuçlarının geleceksizlik kaygısının bu kadar yoğun ifade edildiği bir süreçte etkilerinin önemle incelenmesi gerekiyor.

AKP-MHP ittifakının eğitim politikalarının iktidara geldiği dönemden bu yana tekrar tekrar sınıfta kaldığını ifade edersek, geçtiğimiz yıllarda dindar bir nesil yetiştirmek söylemi ve meslek liseleri üzerinden üretimin ihtiyacı bulunan iş gücünü yetiştirmek dışında somut bir hedeften bahsedemeyiz.

Devletin gençliğin üzerindeki ideolojik etkisini büyütme hedefiyle ortaya koyduğu “dindar bir nesil yetiştirme” hedefi şimdiden boşa düşmüşken İstanbul Sözleşmesi tartışmalarıyla çokça ifade edilen “aile değerlerine uygun bir nesil tartışmasının bu süreçte devlet tarafından yürütüleceğini görmek gerekiyor.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu