Güncel

(İzlenim)YIKIK EVLER…

Dersim’e yıllar sonra gelip çocukluğumu yaşadığım köyümü gezmeye karar verdiğim anda içimde yaşanan bir buruk sevinç ve belli belirsiz bir korku duyuyordum. Köy patikasına girdiğim zaman içimdeki korkuyu daha iyi anlayabiliyordum. Çünkü yaklaştıkça köyümün yıkık evlerini görüyordum. O an köye doğru koşmak istiyordum, bir an evvel varmak için. Ama yapamıyor, korkuyordum. Çünkü hep aklıma orada yaşadıklarım geliyordu. Şimdi hiç kimsenin orada yaşamadığını, sadece yıkılmış evleri, yok edilmiş yaşamları, dört bir yana savrulmuş umutlar ve çalınmış hayalleri gördükçe içimde kopup gidiyor yaşam. Yaşanan bu duygularla beraber köyümün yanına vardığımda ilk olarak kirvemizin bahçesine bakakaldım. Bahçenin nasıl talan edildiğini, toplumun nasıl yok edildiğini gözümde canlandırdım. Çünkü kirvemizin bahçede her fidanı nasıl bir sevgiyle yetiştirdiğini, kollayıp koruduğunu, emek harcadığını hatırlıyorum. Bir insan nasıl ailesine, çocuğuna özveri gösterirse kirvem de aynı şefkatle bahçesine bakıyordu. Çünkü kirvem tek başına yaşamaktaydı, hiç evlenmemişti. Onun ailesi bahçesiydi, ağaçları yani doğaya olan sevgisiydi. Çocukken bahçeden meyve çalardık. Kirvem de bize bağırır kızardı, ancak bizi hiç dövmezdi. Hep bize “burası sizin, meyvelerin dallarını kırarsınız yazıktır” derdi. Sonra topladığı meyveleri verirdi. Kirvemiz bütün meyve-sebzeleri zamanında toplar, köye eşit dağıtırdı. Bütün köylü onu sever saygı duyardı. Çünkü bütün köylüyü tek bir yürekten severdi, herkes onun gözünde eşitti.

Şimdi ise benim içimde o duyguları tekrar yaşamak bir an sevinç verirken öte yandan yok edilmiş bir gerçeklikti. O buruklukla bahçenin yanında akan köy çeşmesinin yanında durarak çeşmeyi seyrediyordum. Artık eskisi gibi akmıyordu. Çünkü bakımsızlıktan toprak dolmuş. Eskiden bütün köylü suyunu buradan doldururdu. Çeşme yanında yakılan ateşlerin üzerine konulan kazanlarda eşyalar yıkanırdı birbirleriyle yardımlaşarak. Çeşmenin ön tarafında ahırda hayvanları sulardık. Hemen çeşmenin üst tarafında erik ağacı vardı, çeşmeye her giden mutlaka bir tane koparırdı. O zamanlar çeşmenin başında sevinç ve umutlar yaşanırdı. Şimdi ise bütün sevinçler insandan çalınmıştır.

Sonra köyümün içine doğru yöneldim. Ağır bir şekilde evlerin arasına girdiğim an boğulacak gibi oldum. Bağırmak istiyordum “Neredesiniz?” diye. Her adımı atarken benden bir şeyler kopup gidiyordu. Çünkü her duvarda, her taşta köylülerin yaşadıkları acıları ve sevinçleri hissediyordum. Birde çocukluğumuzda arkadaşlarımızda oynadığımız, gülüp koşturduğumuz günler geliyordu aklıma. O an benden neyin çalındığını anlamaya başladım. Bizim hayallerimizi, geleceğimizi, mutluluğumuzu çaldılar ve her birimizi bir yerlere savurdular. Oysa köydeyken köylüler mutluluklarını, acılarını, sevinçlerini birlikte yaşarlardı. Birisi hastalansa, sıkıntısı olsa koşar, beraber çözmeye çalışırlardı. Her gün bir evde toplanır konuşurlardı köyün büyükleri. Bizlerde oyun oynardık dışarıda. Köy meydanı da biz çocuklara kalırdı. Akşamları saklambaç, gündüzleri top oynar, koşar bağırırdık.

Köy meydanında düğünler olur, komşu köylerden gelirlerdi. Halaylar çekilir, yöresel oyunlar oynanırdı. Küçük kardeşimin sünnet düğünü, iki ablamın düğünleri de burada oldu. Onları gözümde canlandırıyordum. Çünkü artık yaşanmayacak güzel yıllardı. Gördüğüm ve hissettiğim şey bir uçurumun kıyısından düşüp kör bir kuyuda kaybolup gideceğimdi.

Köyden diğer köye giden patikaya bakakaldım. O patikadan okula gider gelirdik karşı köye, oradan bize misafirler gelirdi. Şimdi ise her tarafı ot kaplamış, patika belli olmuyor bile. Oysa o patikalardan koşarak okula gider, dört köyden gelen arkadaşlarla oyun oynardık. Okulda öğrendiğimiz şeyleri anlatırdık birbirimize. Tabi okuldan yeni şeyler öğrenip onun sevinci ile eve doğru koşarak gelir evdekilere anlatırdık. Evdekilerde mutlu olurlardı. Belki küçük şerlerdi, olsun. Bizim köyde bizim için mutluluktu. Bize ait şeylerdi, bizimdi. Biz yaratıyorduk, bunu anlıyordum. Bizleri yurdumuzdan sürüp, toprağımızdan ayırıp 38’de yapamadıklarını, katlederek beceremediklerini 94’de insanları toprağından kopararak yaptılar.

Bunları düşünürken benim ve ailemin yaşadığı eve doğru yürüdüm. Evimin önüne geldim, yaklaşamadım. İçimden evin içine girip her odasını gezmek istedim. Ama öyle bir korkuydu ki evin bir duvarına bir taşına bile dokunamadım. Çünkü çektiğimiz acı, mutluluğum diken gibi yüreğime saplanıyordu. Dinmeyen bir sızı yaratıyordu bende. Oysa evin içinde gezmek, yıkık duvarına-taşına dokunmak… Yıkık, virane bir haldeydi. Ailemizin de nasıl yıkıldığını yaşıyordum. Bu evde dağılmaya başlamıştı. Buraya ilk geldiğimiz yılda babamı kaybetmiştik. Sonra iki ablamda evlenip ayrı yerlere gitmişti. Sonrasında yaşadığımız ve annemin bize bakmak için yaşadığı acılar ve buna karşı harcadığı çabalar aklıma geliyordu. Benim için her şey burada başlamış ve burada bitmişti.

(Dersim’den bir Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu